Perşembe, Kasım 30, 2006

Reflü Tanısı




Tam olarak nedir endoskopi ?

Endoskopi “içeriyi görmek” anlamında latin kökenli bir kelimedir. Fiber optik teknolojisi , CCD kamera ve soğuk ışık kaynağının birleştirildiği bir yöntemdir ve neredeyse yarım yüzyıllık bir geçmişi vardır. Kabaca; ağızdan yutturulan ince bir hortumla üst sindirim sistemimizin tamamını tüm detayları ile görebilmemizi, en ufak şüpheli durumda biyopsi almamızı, istediğimiz her görüntünün fotoğrafını çekmemizi ve gene rutin olarak tüm işlemi hem de tüm hastalarda video’ ya kaydetmemizi sağlamaktadır. Kimi zaman da bu teknik sayesinde çeşitli müdahaleler de yapmak mümkündür yani tedavi edici özelliği de olan bir yöntemdir. Bazı kanamaları durdurabilmek, iyi huylu tümörleri çıkartabilmek hep olasılık dahilindedir endoskopi sayesinde.



Endoskopinin hasta için zorlukları var mıdır ?

Endoskopi iki şekilde yapılabilmektedir. Japonya dahil birçok gelişmiş ülkede genellikle geniz lokal anestezik bir gargara ile uyuşturularak ve sadece hafif bir yatıştırıcı uygulayarak hasta uyutulmadan yapılmaktadır. Dolayısı ile çok çabuk, daha az masraflı ve hastanın işlemden sonra derhal arabasına atlayıp gidebilmesine olanak tanıyan bir yapılış şeklidir bu. Tabi ki bu şekilde yapıldığında çok uyumlu ve sakin olması gerekir hastanın. Bir de hastanın çok kısa süreli ve oldukça yüzeysel anestezi altında uyutularak yapılış şekli vardır. İşlemin uzun süreceğini bildiğimiz olgularda ya da hasta tahammülünün çeşitli nedenlerle fazla olamayacağını düşündüğümüzde ya da hasta talebine göre bu şekilde de yapabilmekteyiz endoskopiyi. Bu yöntem biraz daha masraflıdır ve kısmen uzun sürer ve hasta işlem sonrasında en az birkaç saat araba kullanamaz. Öte yandan endoskopi yapıldığını bile anlamaz hasta ve gerçekten hiçbir şey hissetmez işlem esnasında. Hasta için her iki yöntemin de önemli bir riski yoktur. Japonya mide kanseri açısından neredeyse bir salgının bulunduğu bir ülke olduğundan orada herkese 35 yaş üstünde rutin uygulanmaktadır endoskopi. 120 milyonu aşkın kişinin barındığı Japonya gibi bir ülkede milyonlarca kişiye yapılmaktadır endoskopi ve tabiki yararları risklerinden ölçülemeyecek kadar fazladır.


Endoskopi öncesinde özel bir hazırlık dönemi var mı ? Hastanın müshil gibi bir şey alması gerekli mi ?

Sadece en az 6 saatlik bir açlık gerekmektedir ki, mide boş olsun ve gıda artıkları birtakım hastalıkları gizlemesin. Hasta bir gece önce gece 12 ‘ ye kadar yiyip içebilir ve ertesi sabah “oruç gibi” , tam aç olarak gelir. Bunun dışında herhangi bir ilaç kullanması gerekmez. Müshil ve benzeri ilaçların bir gün önceden kullanılması sadece kalın bağırsağı incelemek için kolonoskopi yapacak isek gerekmektedir, üst sindirim sistemi incelemelerinde ise gerekli değildir.


Mide şikayetleri olan hastada endoskopide neler tespit etmek mümkün ?

Özellikle ileri yaşta bir hasta ile karşı karşıya isek ve mide yanması gibi bir şikayeti de varsa, öncelikle aksini ispat edene dek kanser aramak zorundayız! Türkiye’de mide kanseri sıklığı Japonya ile kıyaslanamayacak düzeyde az olmakla birlikte gene de dünya geneline göre çok az değildir. Mide’de oluşmuş kanser de aynı mide ülseri bulguları ile karşımıza çıkabilmektedir. Yani yanma, ekşime ve hazımsızlık problemleri aslında kısmen ilerlemiş bir mide kanserinin ilk bulguları olabilmektedir. Neticede kanser bölgesi de aynı iyi huylu bir ülserdeki gibi bir yaradır ve asidin burayı tahrişi de benzer ağrıya yol açabilmektedir. Genel manada çok kötü seyirli olan mide kanserinin yegane tedavi şansı erken tanı olduğundan endoskopinin önemi azımsanamaz. Dolayısı ile hem yutma borusu ve hem de midenin içi endoskopik olarak çok detaylı biçimde incelenir ve rastlanılan herhangi bir şüpheli dokudan mutlaka biyopsi yapılır..


Başka neler gözlenebilir endoskopide ?

Yutma borusu tümörleri, yutma borusu varisleri, refü hastalığı, mide fıtığı varlığı son derece aşikar biçimde ortaya konabilir. Mide ülseri veya onikiparmak barsağı ülseri var mı en başta bunun net tanısı konulur. Bazen de “non-ülserojen dispepsi” diye bilinen ve genel manada hafif miktarda bir gastrit görüntüsü ile karşılaşılır. Kimi zaman bu gastritin nedenine yönelik bazı bulgular saptanır. Örneğin bazı olgularda onikiparmak barsağının içeriğinin geriye doğru midenin içine kaçmakta olduğu saptanabilir ve bu da özel bir gastrit nedenidir (alkalen reflü gastrit). Gene birtakım “leiomiyom” , “polip” gibi iyi huylu mide tümörleri çıkabilir karşımıza. Özellikle polipler, ileride kansere dönüşüm riski taşıdıkları için endoskop yardımı ile çıkarılırlar ve bu durumda endoskopi hem tanı koydurucu ve hem de tedavi edici olur. Nadiren de acaba ülseri mi var diye düşünüp endoskopi yaptığımız genç bir hastada “fitobezoar” ya da “trikobezoar” diye tabir edilen bitki veya kıl yumakları ile karşılaşılabilir. Psikolojik bir bozukluk sonucu oluşagelen bu lif ve kıl yeme hastalıklarında; midede oluşan lif/kıl toplarının da endoskop yardımı ile çıkarılabilmesi mümkündür. Gene endoskopi esnasında gastrit ve ülser dışı hiçbir problem yoksa mutlak surette mideden en az iki adet biyopsi yapılır. Bunun amacı helikobakter varlığını araştırmaktır. Hem gastrit ve hem de ülserin en önemli nedenlerinden biri olan bu bakteri uzun dönemde mide kanseri gelişimi ile bile ilişkilidir. Artık ülser tedavisindeki en önemli aşamalardan biri mevcut helikobakterin ortadan kaldırılmasıdır. Bunu yapmadığınızda çoğu ülser nüks etmektedir.


İstanbul Cerrahi ve Endoskopi

Hastanemizde endoskopiyi merkezimizin de kurucusu olan Prof. Dr. Mehmet Ali Yerdel yapmaktadır. Kendisi endoskopiyi 1991 -1992 yıllarında Japonya’da öğrenmiştir ve 10 binlerce olgudan oluşan tecrübesi mevcuttur. Tercihen yüzeyel anestezi altında gerçekleştirilen işlem 7-8 dakika sürmektedir.

Endoskopi sonrasında gerekebilen ikinci aşama reflü testleri nedir ?
PH metre, yutma borusu manometresi, ve yutma borusu filimleridir. Öncelikle vurgulanması gereken husus bu testlerin her birinin kendilerine ait incelikleri oluşu ve ancak tecrübeli ellerde işe yarayabileceklerinin çok iyi bilinmesidir. Merkezimizde tüm tanı aşamaları Prof. Dr. Mehmet Ali Yerdel tarafından yapılmaktadır.

Kaynak
http://www.reflu.net/endoskopi.htm

Çarşamba, Kasım 29, 2006

Reflü Tanısı-Genel





REFLÜ HASTALIĞININ TANISI


TANI YAKLAŞIMI

Ayrıntılı hasta hikayesi ve muayene
Endoskopi
PH metre
Manometre
Yutma borusu filmi
Karın ultrasonografisi


AYIRICI TANIDA DİKKAT !

Ülser, gastrit ve benzeri durumlar
Safra kesesi taşları



ÇOK YENİ TANI ARAÇLARI

„Bilitec“ ile yutma borusu içine safra kaçağı ölçümü
Bravo probe ile „wireless“ (Kablosuz) PH ölçümü
Empedans pletismografi ile yutma borusu içine kaçan muhtevanın gaz-sıvı-katı ayrımının yapılması


Tanıda hastanın şikayetleri çok önemlidir.

Ağıza acı su gelmesi ve göğüs kemiğinin arkasında yanma gibi tipik şikayetleri olan hastalarda doğru tanı koyabilmek daha kolay iken; geniz, akciğer problemleri ya da kalp krizini taklit eden ağrı şikayetleri ön planda olan hastalar tanı açısından kısmen zorlanılabilecek olgulardır. Yukarıdaki bulguları olan hastalar öncelikle bir reflü merkezine başvurmalıdırlar. Ağıza acı su gelen ve tipik yanma şikayetleri olan bir hasta asit baskılayıcı ilaçlardan da yarar gördüğünü söylemekte ise büyük olasılıkla sorun reflüdür.

Tanı koyan bir KBB doktoru ya da bir göğüs hastalıkları uzmanı ise hastayı gene bir reflü merkezine refere etmelidir.

Sistematik bir hasta hikayesi ve muayenenin ardından ilk yapılması gereken endoskopidir. Reflü hastalığının tanısında endoskopi halen „altın standart“ dır. Ancak şunu da bilmek gerekir ki bazı olgularda illada ciddi bir tahriş görülmeyebilir endoskopide. Bu yöntemle yutma borusu ve midenin tamamı ve oniki parmak barsağının büyük kısmı ayrıntıları ile görülür. Herhangi bir ülser, gastrit, tümör ve kanser varlığını öncelikle ayırmak gerekmektedir. Endoskopi ile reflü’ nün varlığını ve kimi zaman da nedenini anlamak mümkündür. Örneğin mide fıtığının kesin tanısı da endoskopi ile mümkündür. Unutmamak gerekir ki ; reflü hastalığının oluşması için mutlaka mide fıtığı olması gerekmemekte ancak ilaçlara yanıtsız reflü ve buna eşlik eden büyük bir mide fıtığı varsa bunun cerrahi tedavisi kaçınılmaz olarak gerekmektedir. Gene endoskopi, özellikle yıllardır reflüsü bulunanlarda yutma borusunun alt ucunda artık ciddi tahribat oluşmuş insanlarda parça almamızı sağladığı için de çok gerekli bir yöntemdir. Buradan parça alarak “Barrett” gibi bazı kanser öncesi durumları tespit edebilmek ve gecikmeden anti-reflü cerrahisi uygulayabilmemiz mümkündür.
Bunun sonrasında hastanın şikayetleri ve endoskopik bulguların doğrultusunda ikinci aşama reflü testleri yapmak gerekebilmektedir. Gene özellikle birkaç senedir reflü tedavisi almakta olan ve ilaçlarla rahatlayamamış olan hastalarda ki bunların çoğu zaten cerrahi adayıdırlar, bu ikinci aşama reflü testleri son derece önemlidir.

Kaynak http://www.reflu.net/tani.htm



Uzun süreli reflü hastalığının yol açabileceği ciddi sorunlar var mı ?





Nadir de olsa evet, çok ciddi problemler var !

Yutma borusundaki sürekli tahriş sonucunda burada hareketlilik azalması söz konusu olabilir ve bu da yutma güçlüğüne yol açabilir. Yutma borusu normal şartlarda kurşun bir boru gibi değildir ve yutma işlemi de tamamen pasif bir hareket olmayıp salt yer çekimi etkisi ile gerçekleşmez. Yani kendine ait bir dizi hareketlilik özelliği vardır yutma borusunun ve bu sayede bizler yatar pozisyonda bile, yutma borusunun tıpta « peristaltizm » denilen yılankavi hareketliliği sayesinde lokmaları yutabiliriz. Uzun süreli reflü, kronik yaralanma süreci neticesinde yutma borusunun hareket özelliğinde ciddi azalmaya yol açarak, özellikle katı gıdalara karşı yutkunma güçlüğüne yol açabilir. Daha ileri olgularda ise ; yaralanma/iyileşme kısır döngüsünün ardından « skar » yani nedbe dokusu gelişerek yutma borusu kısalabilir ve hatta alt ucunda darlık gelişip kişi katı gıdaları tamamen yutamaz hale gelebilir. Bu durumlar artık standart laparoskopik anti-reflü ameliyatlarının uygulanamayacağı çok geç komplikasyonlardır.

En korkulan komplikasyon ise ; sürekli tahriş altında kalan yutma borusu alt ucunda kanser gelişimidir. Bu gerçek bir risktir ve sürekli reflü çok uzun dönemde kanser riskini hatırı sayılır oranda yükseltir. Böyle bir riskden söz ederken ; milyonlarca kişide bulunan bir hastalık olan reflü ile ilgili olarak aşırı bir korku da yaratmamak gerekmektedir. Şunu vurgulamak gerekir ki ; her reflü hastası tabi ki kanser olmamaktadır. Yani ortadaki ilişki sigara içmek ile akciğer kanseri gelişimi arasındaki gibidir. Sigaranın akciğer kanserine yol açabildiği kesin olmakla birlikte her sigara içen kansere yakalanmamaktadır. Öte yandan akciğer kanseri gelişen ve yıllarca tütün kullanmış kişiler ; sigara kesin ve net bir risk faktörü olduğundan A.B.D. de sigara şirketlerini dava ettiklerinde milyonlarca dolar tazminat alabilmektedirler.

Ancak uzun süreli reflüsü bulunan bir hastada yutma borusu alt ucunda “Barrett” diye adlandırılan bir özel yara gelişmiş ise işte bu durum kanser habercisi bir durumdur ve reflü cerrahi olarak derhal tedavi edilmelidir ki kanser gelişimi riski ortadan tamamen kaldırılamasa da azaltılabilsin . Artık çok iyi biliyoruz ki; hangi nedenden olursa olsun mide kapsamının yukarıya yutma borusunun içine doğru fazla miktarda kaçması ve bu durumun uzun sürdüğü olguların % 5 - 15 ‘ e yakınında Barrett dediğimiz durum gelişebilmektedir. Barrett denilen doku farklılaşması yutma borusu alt ucundaki hücrelerin barsak tipi hücrelere dönüşümü demektir ve bu aslında sürekli tahriş olmaya karşı bir savunma mekanizmasıdır.Tıpda bu hücre farklılaşmasına “intestinal metaplazi” denilmektedir. Bu durum ilk olarak Norman Barrett isimli bir İngiliz cerrah tarafından 1950 yılında tanımlandığı için onun adı ile anılmaktadır. Barrett her tedavi edilmemiş reflü hastasında oluşagelebilir ancak sigara içiyor olmak, ileri yaş, şişmanlık, beyaz ırka mensup olmak, birinci derece akrabada Barrett veya yutma borusu alt ucu kanseri hikayesi olmak, çok eski reflü hastası ve erkek olmak Barrett olasılığını arttıran durumlardır.

Barrett genellikle 40 yaş civarı ortaya çıkmaktadır ve dolayısı ile daha gençlerde saptanırsa tedavisi daha ivedidir.

Erkeklerde kadınlara oranla 2 misli fazla görünür


KOMPLİKE REFLÜ ALARMLARI !

Yutkunma güçlüğü
Ağrılı yutkunma
Kusma
Kanama
Demir eksikliği anemisi gelişmesi
Erken doyma
Kilo kaybı



“Barrett” çok ciddi bir durum mudur ?

Doğrudur. Barrett tamamen tedavi edilmemiş ve kronik (müzmin) reflü sonucu gelişir ve o hastayı yutma borusu alt uç kanseri gelişimi açısından normal insanlara göre 30 ila 125 kez (ortalama 100 misli) daha fazla riske sokar. Barrett tanısı sadece endoskop yardımı ile alınan biyopsilerle konur ve kesin tanı, yutma borusu alt ucundan alınan minicik parçaların bir patalog tarafından mikroskop altında incelenmesini gerektirir. Barrett de kendi içinde ciddiyet açısından farklı üç aşama içerir ve erken Barrett ‘ li de yapılacak iş basit bir anti-reflü ameliyatı iken gecikmiş Barrett ‘ lide ise (patolojide hafif ya da ağır « displazi » saptanması Barrett ‘in ileri evreleridir) , çok ciddi adeta kanser benzeri ameliyatlar gerekebilmektedir. Sonuç olarak Barrett tanısı almış kişilerin vakit geçirmeden bir reflü merkezine başvurmaları gerekir.




Son yıllarda deneyimli ellerde yapılan laparoskopik anti-reflü ameliyatların Barrett in ileri evrelere geçişini engelleyebildiği ve hatta Barrett i ortadan bile kaldırılabildiğine dair yayınlar mevcuttur.

En prestijli dergilerde son yıllarda yayınlanmış bazı bilimsel makalelerden örnekler :



• Gurski RR ve arkadaşları
Journal of American College of Surgeons 196;2003

91 Barrett ‘li hastanın 77 ‘sine anti-reflü ameliyat ve 14’üne ilaç tedavisi yapıldıktan sonra hastaların takip sonuçlarına göre; Barrett’ de gerileme cerrahide % 36 , ilaç alanlarda ise % 7 bulunmuş


• Parilla P ve arkadaşları
Annals of Surgery 237;2003

Randomize-prospektif olarak 101 hastada ilaç tedavisini anti-reflü cerrahi ile karşılaştırmışlar. Başarılı anti-reflü ameliyat ilaçlara göre Barrett’in ilerlemesini daha iyi engellidiği bulunmuş.


• Desai KM ve arkadaşları
American Journal of Surgery 186;2003

7 yılda 448 anti-reflü ameliyat yapılmış. Serinin % 15 ‘ i Barrett’ li hastalar.
Anti-reflü cerrahi Barrett’ de bariz gerileme sağlamış.


· Oelschlager BK ve arkadaşları
Annals of Surgery 238;2003

1994-2000 yılları arasında anti-reflü ameliyat olan 106 Barrett’ li olgunun takip sonuçları sunulmuştur. Barrett’i kısa mesafeli olan hastaların % 55’ inde ameliyat sonrasında Barrett ‘ in geçtiği gösterilmiştir. Laporoskopik anti-reflü cerrahi girişimler erken evre Barrett’lilerde mükemmel bir tedavi seçeneği olarak gözükmüştür.


• O’Riordan JM ve arkadaşları
American Journal of Surgery 188;2004

58 Barrett’lide anti-reflü ameliyat yapılmış. Barrett’ lerin % 35 inde gerileme olduğu gösterilmiş. Dahası ileri evre Barretli 8 hastanın 6 sında da gerileme olduğu gösterilmiş.

• Oberg ve arkadaşları
Annals of Surgery 242;2005

140 Barrettli hastanın 6 yıllık takip sonuçlarının yayınlandığı bu çok yeni çalışmada hastların % 31 inde daha ileri evre Barrett’e ve % 5 inde ise kansere varan değişiklikler ortaya çıktığı gösterilmiş. Çok önemli bir bulgu ise bu gidişin anti-reflü cerrahi ile bariz olarak azaltılabildiği gösterilmiş.


· Jackson CC ve arkadaşları
Thoracic Surgery Clinics 15: 2005

Barrett’ de en ideal sonucun mükemmel teknikle yapılan anti-reflü ameliyatlarla mümkün olabildiğini vurgulayan bir derleme


· Cobey F ve arkadaşları
Obesity Surgery 15: 2005

Değişik bir anti-reflü ameliyatı sonrasında mevcut Barrett’in tamamen gerileyip ortadan kalktığını gösteren bir olgu sunumu
· Fiorentino E ve arkadaşlarıChirurgie Italia 57:2005

Bir anti-reflü ameliyat serisinde Barrett’li tüm 5 olguda da ameliyat sonrasında gerileme olduğunu kaydeden ve Barrett durumun tedavisinde en etkin girişimin anti-reflü cerrahi olduğunu vurgulayan bir makale

Sözü edilen kanser nasıl bir kanser türü ?

Özel bir yutma borusu kanseri tipidir ve sıklığı son yıllarda çok artmaktadır. Yutma borusu kanserleri içinde bu tip kanserlerlerin sıklığı % 5 lerden % 50’lerin üstüne çıkmıştır. Özellikle reflü hastalığını ve Barrett durumunu çok daha iyi anlamış olduğumuz son dönemde Barrett’ e bağlı kanserlerde % 350 ‘ lere varan oranda artma olduğunu biliyoruz. Gelişen kanserin tipi yutma borusu „adenokanseridir“ ve geliştikten sonra tedavi şansı çok çok az olan bir kanser türüdür. Beş yıl yaşama şansı % 10 ‘un altındadır ve kanser tanısı konulduğunda olguların .% 50 ye yakınında hastalık tedavi şansını yitirmiş olmaktadır. Bu nedenlerle zamanımızdaki en büyük mücadele kanser gelişimini önlemeye yöneliktir. Dolayısı ile ciddi reflü hastalığı varsa bunun doğru tanısının erkenden konulması ve tedavide gecikilmemesi son derece önemlidir. İlaç tedavisine yanıtsız reflü hastalığı durumlarında ve özellikle Barrett gelişmiş ise hastaların etkin biçimde ameliyat edilmeleri gerekmektedir. Reflü tedavisi için ameliyat seçeneği; kişi artık bir gün içinde taburcu olabildiğinden son derece geçerli bir yöntemdir. Çok yeni olarak Barrett gelişmiş insanlarda hastalığın doğal seyrini (yani bu örnekte kansere doğru gidişi) ameliyat tedavisi ile değiştirebilmek mümkündür.


Reflü hastalığında ameliyat kanser oluşmasın diye mi uygulanıyor ?

Bu çok önemli bir soru olup cevabı hayırdır ! Önceden de kısaca değindiğimiz gibi anti-reflü cerrahisi esas olarak; tıbbi yani ilaçla tedaviye yanıtsız reflü hastalarına önerilmesi gereken bir tedavi şeklidir. İşin evrensel boyutta altın standartı şudur : 8 – 12 haftalık ilaç tedavisi ve bir dizi diyet ve sosyal yaşam önlemi sonrasında rahatlayamayan ve reflü şikayetleri devam eden hastalarda ameliyat önermek gerekmektedir. Yani anti-reflü cerrahisi hastanın şikayetlerini ortadan kaldırmak ve ilaç almadan rahat yaşamasını sağlamak için önerilmeli ve uygulanmalıdır. Bir yandan da cerrahi tedavi reflü mekanizmasına yönelik bir tedavi olup reflüyü tamamen ortadan kaldırabildiği için uzun dönemde de hem Barrett ve dolayısı ile kanser riskinde azalmaya yol açabildiği düşünülmektedir.

Barrett olan bir hastada anti-reflü ameliyatı sonrası tüm risk ortadan kalkıyor mu ?

Bu önemli sorunun cevabı maalesef hayırdır. Barrett’ li bir hastada yutma borusu alt ucundaki kronik tahrişi en etkin biçimde azaltmanın yolu tabiki anti-reflü cerrahidir ve bu sayede Barrett’in daha da ileri evrelere gidişi önlenebilmekte, ve son üç yıllık yayınlara baktığımızda bazı olgularda Barrett de gerileme bile sağlanabilmektedir. Ancak her türlü önleme karşın bazı hastalarda kanser gelişimi gene de olasıdır. Bu nedenle Barrett’li bir hastanın anti-reflü cerrahisinden sonra bile belli aralıklarla endoskopik takibi elden bırakılmamalıdır. En ideal olan anti-reflü cerrahisinin henüz Barrett gelişmeden uygulanmış olmasıdır.


Kaynak http://www.reflu.net/komplikasyonlar.htm


Salı, Kasım 28, 2006

Reflü ve Ağız Kokusu



Ağız kokusu şikayetinin reflü ile bir ilgisi var mı ?
Evet vardır. Yutma borusu ile mide bileşkesindeki kapanma mekanizmasında bozukluğa yol açan mide boşalma güçlüğü, mide fıtığı ve reflü hastalığı gibi nedenler nadiren de olsa tıpta « halitosis » diye bilinen ağız kokusuna yol açabilirler. Tabiki esas şikayeti ağız kokusu olan birinde ilk etapta salya azlığı, diş enfeksiyonu, bademcik iltihabı, sinüzit ve bazı akciğer hastalıkları gibi nedenlerin olmadığından emin olmak lazımdır. Bir de « halitofobi » diye bilinen bir durum vardır ki burada kötü koku sadece hasta tarafından algılanmakta ve yakınları bunu fark etmemektedirler. Bu son derece iyi bilinen bir psikiatrik durum olup tedavisi de gerektiğince yapılmalıdır.
Stres reflü de etkili mi ?
Stres’in reflüyü arttırıcı bir etkisi yoktur. Ancak reflü semptomlarının algılanmasını etkilediği düşünülmektedir. Stres altındaki kişilerde reflü sıkıntılarının sık olmasının nedeni budur muhtemelen. Öte yandan ciddi stres ; midede asit miktarını arttırarak gastrite ve hatta stres ülserine yol açabilir ve gene zaten reflüsü bulunan bir kişide yukarı kaçan içeriğin asiditesi artacağından daha fazla reflü şikayeti oluşmasına yol açabilir.


Kaynak http://www.reflu.net/

Pazartesi, Kasım 27, 2006

Reflü ve Öksürük





Reflü ve Kronik (Müzmin) Öksürük

Bariz bir akciğer hastalığı olmaksızın sürekli ve geçmeyen öksürükle seyreden en önemli iki hastalık ; sinüzit ve burun arkasında sürekli akıntı olması durumlarıdır. Bunların olmadığı durumlardaki müzmin öksürüklerin en önemli nedeni reflü hastalığıdır. Burada durumun nedeni gene kişinin farketmeksizin akciğerlerine az miktarda da olsa mide içeriğinin kaçması ve buna bağlı tahriştir.
Reflüye bağlı kronik öksürük şikayeti olanların % 60 ‘ında klasik reflü belirtileri olmayabilir
Ağız kokusu şikayetinin reflü ile bir ilgisi var mı ?
Evet vardır. Yutma borusu ile mide bileşkesindeki kapanma mekanizmasında bozukluğa yol açan mide boşalma güçlüğü, mide fıtığı ve reflü hastalığı gibi nedenler nadiren de olsa tıpta « halitosis » diye bilinen ağız kokusuna yol açabilirler. Tabiki esas şikayeti ağız kokusu olan birinde ilk etapta salya azlığı, diş enfeksiyonu, bademcik iltihabı, sinüzit ve bazı akciğer hastalıkları gibi nedenlerin olmadığından emin olmak lazımdır. Bir de « halitofobi » diye bilinen bir durum vardır ki burada kötü koku sadece hasta tarafından algılanmakta ve yakınları bunu fark etmemektedirler. Bu son derece iyi bilinen bir psikiatrik durum olup tedavisi de gerektiğince yapılmalıdır.
Stres reflü de etkili mi ?
Stres direk olarak reflü yapmaz ve reflüyü arttırıcı bir etkisi de yoktur. Ancak zaten reflüsü bulunan bir kişide stres mevcut şikayetlerin algılanmasını arttırarak daha fazla sıkıntıya yol açabilmektedir. Stres altındaki kişilerde reflü sıkıntılarının sık olmasının nedeni budur muhtemelen. Öte yandan ciddi stres ; midede asit miktarını arttırarak gastrite ve hatta stres ülserine yol açabilir ve gene zaten reflüsü bulunan bir kişide yukarı kaçan içeriğin asiditesi artacağından daha fazla reflü şikayeti oluşmasına yol açabilir.
Reflü hastasında tüm yukarıda sayılan belirtilerin hepsi beraber mi gözleniyor ?
Hayır. Önceden de belirtildiği gibi en klasik hasta ; ağzına acı su gelmekte olan ve göğüs kemiğinin arkasında yanma hissi olan kişidir. Bazı hastalarda sadece gırtlak problemi ya da astım ve kimi zaman da ağız kokusu ön planda olabilir ama bunlar daha nadirdir.


Kaynak : http://www.reflu.net/

Reflü ve Astım



Erişkin yaşta ortaya çıkan astım hastalığının çoğu kez nedeni reflü hastalığı olabilmektedir. Bunun nedeni ise reflü’ sü olan bir kişi gece yattığında farkında olmaksızın ağzına ve oradan da akciğerine gelen çok az miktardaki “asit” mide kapsamının burada yaptığı hasardır. Hava yollarına sürekli kaçmakta olan çok az miktarda asit, hava yollarında spazmlara yol açarak aynen klasik astım bulgularına yol açabilir. Bazen de bu astım benzeri durumun nedeni yutma borusu alt ucu ile hava yollarının ortak sinirlere sahip olmalarıdır. Bu durumda yutma borusu alt uç tahrişine bağlı uyarılan sinirler refleks bir mekanizma ile hava yollarında da spazmlara yol açabilmektedirler. Bu hastalar kimi zaman yıllar boyunca yanlış tedavilerle oyalanabilmektedirler. Bazı hastaların yıllar boyu boşu boşuna anti-alerjik yöntemlerle astım tedavisine maruz kalabildikleri hatta gereksiz yere « kortizon » türevi ilaçlar kullandıkları bilinmektedir . Dolayısı ile önceden hiçbir akciğer rahatsızlığı bulunmayan ve 30’lu ya da 40’lı yaşlardaki bir kişiye astım tanısını koyarken altta yatan nedenin reflü olmadığının mutlaka araştırılması lazımdır. Çünkü eğer astımı tetikleyen reflü ise böyle bir hasta anti-reflü ilaç tedavileri ile ya da ilaç tedavisine dirençli bir durum varsa basit bir cerrahi girişimle hasta tamamen normale döndürülebilmektedir.
Bir astımlıda esas problemin reflü olduğuna işaret edebilecek veriler :•Gece öksürüğünün ön planda oluşu ve belirtilerin ağır yemekle şiddetlenmesi•Alkol alma, yatmanın belirtileri tetiklemesi•Erişkin yaşta astım olmak•Klasik astım ilaçlarından yarar görmemek•Reflü şikayetlerinin de olması
Reflüye bağlı astım benzeri şikayeti olanların % 50 ‘ sinde klasik reflü belirtileri olmayabilir
Bazı olgularda ise astım reflüyü tetikleyebilir. Dolayısı ile neden-sonuç ilişkisi son derece profesyonelce araştırılmalıdır

Kaynak http://www.reflu.net/

Cumartesi, Kasım 25, 2006

Son Aldığım Kitaplar


Max Gallo'nun Sarah adlı bu seriye ait üçüncü kitabını daha önce edinmiştim(Yazarımız Cem Mumcu'nun sahibi olduğu Okuyanus Yayınevi'nin bana hediyesidir-Toplam üç kitap hediye). Şimdi birinci ve ikinci kitabı da aldım. Birinci kitap 1789 Fransız Devrimi'ne ayna tutarak başladı.


Uzun bir süredir bir Osmanlıca Lûgat edinmek istiyordum. Şimdi bir de araştırıyorum, acaba Türkçe-Osmanlıca bulabilirmiyim, diye.

Cuma, Kasım 24, 2006

Reflü ve Gırtlak Kanseri İlişkisi






Bu tahribat gırtlak kanserine zemin hazırlayabilir mi ?

Tıpta “larynx kanseri “ diye bilinen gırtlak kanserinin ve « farinx kanseri » olarak bilinen yutak kanserinin risk faktörleri arasında tedavi edilmemiş reflü hastalığını saymak kısmen de olsa mümkündür ancak bu bilimsel açıdan kesin kanıtlanmış değildir. Buraya asitin gelmesinin , uzun dönemde « müzmin - kronik » tahriş sonucunda gırtlak – yutak kanserine nadiren de olsa yol açabildiği düşünülmektedir.
•El-Serag HB ve arkadaşlarıAmerican Journal of Gastroenterology 96;2001
Bir “case-control” çalışmada reflü hastalığının larinx ve farinx kanserinde orta dereceli da olsa anlamlı oranda artış riski yarattığı ortaya konulmuştur
•Qadeer MA ve arkadaşlarıThe Laryngoscope 115;2005Literatürde1966-2004 yılları arasında konu ile ilgili çıkmış tüm yayınların bir meta-analizi yapılmış ve reflü hastalığının gırtlak kanseri ile anlamlı oranda ilişkisi olduğu ortaya konmuş.
Durum yutma borusu alt ucu için ise daha nettir. Zira uzun süreli ve tedavi edilmemiş reflünün ilgili kişiyi yutma borusu alt ucu kanseri gelişimi açısından kesin riske maruz bıraktığını biliyoruz.


Kaynak http://www.reflu.net/

Reflü-Şikayetler-Genel





Reflü hastası nelerden yakınır ?
En tipik şikayetler

Ağıza acı su gelmesi
Göğüs kemiğinin arkasında yanma

Tipik olmayan şikayet ve bulgular

Geniz,boğaz problemleri

Ses kısıklığı, ses çatallanması, ses yorgunluğu
Sık farenjit, larenjit, geniz problemleri
Sinüzit
Ses teli polipleri
Yemek aralarında boğazda bir düğüm (ya da yabancı cisim) hissi olması ve bunun geceleri geçmesi (GLOBUS HİSTERİKUS)

Ciddi reflü komplikasyonları

Gırtlakta lökoplaki, granülom
Subglottik stenoz
Gırtlak kanseri



Akciğer problemleri

Astım
Müzmin (kronik) öksürük, bronşit
Zatüree


Diş problemleri (Diş minesi kaybına bağlı )
Ağız kokusu
Kalp krizi ile karışabilecek göğüs ağrısı



Reflü Hastalığı Kabaca Üç Değişik Klinik Senaryo ile Karşımıza Çıkar

· SADECE TİPİK ŞİKAYETLERLE (AĞIZA ACI SU GELMESİ VE YANMA)
% 45

· TİPİK ŞİKAYETLER ÖN PLANDA ANCAK ATİPİK ŞİKAYETLER DE MEVCUT % 40

· ATİPİK ŞİKAYETLERİN (KBB-AKCİĞER ŞİKAYETLERİ-AĞIZ KOKUSU GİBİ) ÖN PLANDA OLDUĞU OLGULAR % 15


Kişinin yediklerinin istemeden ağıza doğru geri gelmesi ve buna bağlı olarak göğüs kemiğinin arkasında yanma hissetmesi en tipik şikayettir. Bu şikayetler sıklıkla yemek yedikten sonra oluşmaktadır. Amerikalıların “heart burn” yani kalp yanması olarak adlandırdığı bu durumu bazı hastalar ağıza acı su gelmesi olarak nitelendirebilmektedir. Bu bazen yanma şeklinde olmayabilir ve ağrı olarak da algılanabilir.

Bu tip bir ağrı, ileri yaştaki birinde kalp hastalıkları ile bile karışabilmektedir. Çünkü ciddi bir reflü atağının ağrısı aynen kalp krizi ağrısı gibi boyuna , sırta ve kollara dek vurabilir. Nitekim kalp problemi olduğunu sanıp doktora başvuran ileri yaştaki kişilerin hatırı sayılır bölümünde aslında problemin basit bir reflü atağı olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki bazen gereksiz yere anjio yapılmış hastalara bile rastlamak mümkündür. Kalp krizini taklit eden göğüs ağrısı nedeni ile anjio yapılan hastaların % 20-30 ‘ unda tamamen normal anjio bulguları ile karşılaşılmakta ve bunların da yaklaşık yarısında allta yatan nedenin reflü olduğu bilinmektedir. Bu durum tıpta “non-cardiac chest pain” yani kalbe ait olmayan nedenlerden göğüs ağrısı olarak bilinmektedir ve tedavisi tamamen reflüye yönelik olmalıdır. Unutulmaması gereken en önemli husus ; benzer ağrıların varlığında öncelikle hayati önemi olabilecek kalbe ait tüm nedenlerin bir bir ekarte edilmesinin gerekliliğidir.
Ancak en tipik durum; genç ya da orta yaşlı bir kişinin genellikle yemeklerden sonra veya yattığında, ya da öne doğru eğildiğinde mide kapsamının ağzına doğru geldiğini hissetmesi ve göğüs kemiğinin alt kısmına yakın bölgede yanma hissi oluşmasıdır. Bazı hastalardaki yanma hissi ise sadece göğüs kemiğinin en alt ucunun arkasında oluşmakta ve tıp dilinde buna “pirozis” denilmektedir.


Kaynak http://www.reflu.net/s_genel.htm

Reflü ve Mide Fıtığı-1





Mide fıtığı nedir ?

Yutma borusu göğüs kafesi içinde aşağı doğru seyreden bir borudur ve bu boru göğüs boşluğu içindeki seyrini diafram dediğimiz bir kası delip karın içine geçerek sonlandırır. Diafram ise göğüs boşluğu ve karın boşluğunu birbirinden ayıran, yekpare ve adete bir cami kubbesi gibi son derece önemli görevleri bulunan bir kasdır. Diafram kasının sürekli ve ritmik kasılmaları sayesinde soluk alabiliriz. Gene bu diafram sayesinde karın içi ile göğüs boşluğu birbirinden ayrılmış olur ve karın içi pozitif basınç akciğerlere doğru yansımaz ve karın organları göğüs boşluğuna doğru geçemez. Bu sayede göğüs boşluğu içindeki akciğerlerimiz baskılanmamış olarak ve şişkin biçimde kalabilir. Çoğumuzun merak ettiği “hıçkırık” durumu da diaframın çeşitli nedenlerle uyarılması ve ani kasılmasının sonucunda oluşagelen bir durumdur. Normalde diaframda iki tane büyükçe delik mevcuttur. Bu deliklerden daha önde olanından yutma borusu aşağıya doğru geçmektedir. Arkadaki diafram deliğinden ise vücudumuzdaki en kalın atar damar olan “aort” geçer. Yutma borusunun geçtiği deliğin ki buna tıpta « hiatus » denilmektedir ; belli bir açıklıkta olması lazımdır. Diafram kası liflerinin bu deliği ve dolayısı ile yutma borusunu sıkı sıkıya çevrelemeleri lazımdır. İşte bazı insanlarda bu delik anormal biçimde genişler ve bu durumda “hiatus” yetmezliği ya da genişliğinden söz edilir. Bu deliğin belli bir genişlikten daha da fazla olduğu durumlarda mide ile yutma borusunun bileşkesi ki bu aslında karın içindedir; yukarı doğru deliğin içinden kayabilir. Burada yukarı doğru kayma olayı çok önemlidir çünkü yukarısı aslında göğüs boşluğudur. İşte bu duruma halk arasında “mide fıtığı” denmektedir . « Fıtık » aslında arapça bir kelime olup anlamı “yırtık” demektir. Mide fıtığı durumunda bahsedilen yırtık; yutma borusunun diaframı delip geçtiği delikteki anormal bir genişlemedir diyebiliriz. Yani ekstra bir yırtılma olmayıp sadece normalde de var olan bir deliğin iyice genişlemesi söz konusudur. Mide fıtıkları endoskopi ile kolayca saptanabilirler ve değişik tipleri mevcuttur. Eğer yutma borusu ve mide bileşkesi birlikte yukarı doğru göğüs içine kaymış ise buna “kayma tipi” mide fıtığı denilir ve bu durum sıklıkla reflü hastalığı ile de ilişkilidir. Daha doğrusu reflü hastalarının yaklaşık yüzde 40 ında bu tip mide fıtığı da bulunmaktadır. Kayma tipindeki mide fıtığı bulunan hastaların büyük bölümünde yutma borusu alt ucundaki daraltıcı mekanizma ki buna LES (alt yutma borusu büzücüsü) diyoruz, bozulmuştur. Bu da beraberinde reflü hastalığına yol açabilir. İkinci tip mide fıtıkları ise “paraösefagal” fıtıklardır. Bir de hem kayma ve hem de paraösefagal tipin birlikte gözlendiği durumlar vardır. Paraösefagal fıtıklarda mide-yutma borusu bileşkesi yerinde yani karın içinde durmaktadır ve bu bileşke yukarı kaymaz. Ancak diaframdaki genişlemiş delikten midenin “fundus” dediğimiz adeta tavanı göğüs boşluğu içine fıtıklaşmıştır. Bu fıtıklar tedavi edilmediklerinde tüm midenin göğüs boşluğu içine kaçmasına varana dek ilerleyebilmektedirler.


Sıklığı nedir mide fıtıklarının ve kimlerde daha sık görülür ?

Çoğu ufak mide fıtıkları herhangi bir şikayete yol açmadıkları için saptanamamaktadırlar. Bu nedenle gerçek sıklığı tam bilememekteyiz. Ancak genelde kayma tipinde olanlar “paraösefagal” olanlardan yaklaşık 7 kez daha sık gözlenmektedir. Atmış yaşını geçmiş kişilerin % 50 ‘sinden çoğunda kayma tipi mide fıtığının bulunduğunu söylemek bu durumun nedenli sık olduğuna iyi bir örnek olacaktır. Paraösefagal olan tip kadınlarda erkeklere oranla 4 misli fazla gözlenmektedir ve daha ziyade ellili hatta atmışlı yaşların hastalığıdır bunlar. Kayma fıtığı ise nisbeten reflü hastalığının da en çok gözlendiği 40 lı yaşlardan sonra sıklaşmaktadır. Bazen çok gençlerde de rastladığımızı söylemek yerinde olacaktır.

Neden olur mide fıtıkları ?

Bazı nadir doğumsal mide fıtıklarını bir kenara bırakırsak, karın içi basıncının sürekli etkisi altında kalan diafram deliğini oluşturan kas ve kirişimsi yapıların zaman içinde güçlerini kaybetmeleri ve gevşek hal almaları en önemli nedendir. Bazen de genetik etkenlerin rol oynadığını da bilmekteyiz. Karın içi basıncını arttıran tüm durumlar da riski arttırabilir. Bunun en güzel örnekleri ileri şişmanlık ve çok sayıda hamileliktir.


Mide fıtıkları ne tip belirtilere yol açabiliyorlar ?

Öncelikle vurgulanması gereken ; daha nadir de gözlense, paraösefagal mide fıtıklarının hayatı tehdit edebilen çok ciddi problemlere yol açabildiğinin bilinmesidir. Bunlarda da reflü hastalığı nadiren gözlenebilir ancak reflü sıklığı kayma tipindeki mide fıtığında çok daha fazladır. Paraösefagal fıtıklarda ; yutkunma güçlüğü, yemek yedikten sonra ciddi bir dolgunluk hissi ön plandadır. Hastaların üçte birinde ise mide kanamasına ve ağızdan kahve telvesi gibi kan gelmesine yol açabilir paraösefagal tipteki mide fıtıkları. Hatta bazen “anemi” dediğimiz bir kansızlık durumunun araştırılması esnasında bile karşımıza çıkabilir bu tip fıtıklar. Bunun nedeni fıtıklaşmış mide duvarının diaframa yaslanmış kısmında oluşan bir ülserden sürekli ve az az kanama olmasıdır. Gene birçok solunum problemine yol açabilir bu fıtıklar. Dolayısı ile çok nadir olan paraösefagal fıtıklar tanı konulduğunda ve hasta ileri yaşta olsa bile mutlaka ameliyat edilmelidirler. Özellikle erken yakalanılanları gene “laparoskopik” olarak yani karnı kesmeden ameliyat edebilmek mümkündür .


Mide fıtıklarının tedavisine cerrahi diyebilir miyiz ?

Bu sorunun cevabı hem evet ve hem de hayırdır. Çünkü hiçbir sıkıntıya yol açmayan tesadüfen farkedilmiş bir kayma fıtığına hiçbirşey yapmak gerekmez. Bunun aksine ; ciddi sıkıntı ( ki bu en çok reflü hastalığı şeklinde ortaya çıkmaktadır) , oluşturan kayma fıtıklarında hem fıtığı laparoskopik olarak ortadan kaldırmak ve hem de “hokka” mekanizması yaparak kişinin hem fıtığını ve hem de şikayetlerini ortadan kaldırmak en kesin çözüm olmaktadır. Paraösefagal fıtıklarda ise ameliyat kararını almamız çok daha çabuk olmaktadır. Ciddi cerrahi risk taşımayan herhangi bir kişide paraösefagal fıtık varsa derhal cerrahi önerilmelidir.


Kaynak http://www.reflu.net/mide_fitik.htm

Perşembe, Kasım 23, 2006

Reflü-3



Reflü hastalığı neden oluşagelmektedir ? Mide asiti neden yukarıya kaçıyor ?

Öncelikle üst sindirim sistemimizdeki normal mekanizmalara yeniden kısaca değinmek yerinde olacaktır. Normalde sindirim sistemimizdeki hareketlilik ağızdan yutma borusuna, yutma borusundan mideye ve mideden de onikiparmak barsağına doğrudur. Normal şartlarda bir lokma ağızdan yutma borusu aracılığı ile mideye nakledilir ancak mide içeriği yukarı yutma borusuna doğru geçemez ya da geçmemelidir. Bunu sağlamak için yutma borusu ve mide bileşkesinde yukarı doğru mide asidi kaçmasını engelleyici bir dizi mekanizma vardır. Bu mekanizmaların tamamına halk arasında “mide kapakçığı” denilmekte ise de aslında gerçek bir kapak yoktur. Daha net ifade edersek üç adet mekanik ve anatomik özellik reflü’ ye mani olmaktadır.

Bunlardan birincisi; göğüs kafesi ile karın boşluğu arasının tamamını kaplayan diafram dediğimiz kasın yutma borusunun geçtiği deliği sardığı kısmının sıkı oluşudur. Bu sıkılığın gevşemesi halk arasında “mide fıtığı” olarak bilinen bir duruma yol açar ve bu da reflü oluşmasına yol açabilen önemli bir etkendir. Reflü hastalarının yaklaşık % 40 ‘ ında mide fıtığı mevcuttur ve reflü ancak ve ancak bu bozukluk cerrahi olarak giderilirse tam anlamı ile ortadan kalkabilir. Şunu da hemen eklemekte yarar vardır ki; her reflü hastasında mide fıtığı olmadığı gibi her mide fıtıklı insanda da illa reflü hastalığı olmamaktadır.


İkinci doğal anti-reflü mekanizmamız ise yutma borusu alt ucu ile midemizin birleşmesi esnasında oluşan “dar” açıdır. Tıpta „HIS“ açısı olarak bilinen bu açının bozulması da reflü’ye zemin hazırlayabilmektedir.

Üçüncü ve belki de en önemli doğal anti-reflü mekanizmamız ise yutma borusu alt ucumuzda var olan ve kısmen de olsa “anüs” ‘ ümüzdeki büzücü mekanizmaya benzetebileceğimiz farklı yapıda çevreleyici bir kas mekanizmasıdır . Tıpta ““LES „ olarak tanımladığımız ALT YUTMA BORUSU BÜZÜCÜSÜNÜN fonksiyonunun kusursuz oluşu bizi reflü’den koruyan en önemli mekanizmadır. Bu büzücü normal şartlarda hep kasılı durmakta ve ağızdaki bir lokma yutma borusuna nakledildiğinde kendiliğinden gevşemektedir. Yemek yemezken bu büzücü mekanizmanın ara sıra da olsa geçici ve kontrolsüz gevşemeleri reflü hastalığının oluşumunda en önemli etkenlerden biridir.
İşte bu üç mekanizmadan bir ya da birkaçının bozuk olması reflü hastalığına yol açmaktadır.


Çok önemle vurgulanması gereken bir konu; aslında her insanda çok az da olsa gün içinde bazı reflü durumlarının olabileceğinin bilinmesidir. Bu çok az miktardaki yukarı kaçak normal yutma borusu fonksiyonu ve yeterli salyası olan bir kişide farkına bile varılmaksızın KENDİ KENDİNE halledilmektedir. Yani biz farkında dahi olmadan arasıra tükrüğümüzü yutarak kendimizi bu ufacık reflü ataklarından koruruz. Daha doğrusu kaçan asidi hemen aşağıya geri yollarız. Zaten reflü hastalığı bu denge reflü lehine bozulursa oluşagelmektedir.

Bir başka önemli konu da; bazı yutma borusu hareketliliğini bozan nadir hastalıkların da kendilerini sanki reflü hastalığı imiş gibi belli edebildiklerinin bilinmesidir. Skleroderma gibi bu nadir durumlar ayırıcı tanıda son derece önemlidirler ve tedavileri de tamamen farklıdır. Zira bu tip hastalıkların temelindeki bozukluk artmış reflü miktarı değil bozulmuş yutma borusu fonksiyonudur ve tedavileri tamamen farklı durumlardır. Gene çeşitli nedenlerle mide boşalma güçlüğü olan bazı hastalarda da mideden yukarı doğru kaçak oluşagelebilir ve bu durumların tedavisinde de klasik anti-reflü yöntemleri değil mide boşalma güçlüğünü ortadan kaldırıcı yöntemler ve bazen de ameliyatlar uygulanmalıdır.


SONUÇ OLARAK REFLÜ BENZERİ SEMPTOMLARI OLAN HASTALARA ÇOK AKILCI BİR YAKLAŞIM VE DOĞRU TANI MUTLAK GEREKİR Kİ EN UYGUN TEDAVİ PLANI OLUŞTURULABİLSİN



Mide içeriğinin yukarı yutma borusunun içine kaçması neden bu denli zararlı ?
Mide çok yoğun biçimde asit ve proteinleri parçalayıcı „pepsin“ diye bilinen özel bir salgı üretir ve bu maddeler normal sindirim için şarttır. Günlük mide salgısı 1.5 litre civarındadır ve bu içeriğin büyük bölümü HCl yani „hidroklorik asit tir“ . Bir anlamda mideyi bir kezzap deposu olarak nitelendirebiliriz ve mide sıvısını dışarı, bir bardağın içine alsak ve bunun da içine bir parça et koysak ; iki gün gibi bir sürede bu etin yok olduğunu görebiliriz. Mide öteyandan kendini bu asitten koruyabilen bir yapılanmaya sahiptir. Mide asit üretmenin yanı sıra, „mukus“ diye tanımlanan sümüksü, özel bir sıvı da salgılamaktadır ve kendi yüzeyini asit etkisinden bu sümüksü tabaka sayesinde koruyabilmektedir. Mide içeriğinin normalde bir sonraki durağı olan onikiparmak barsağı da bu asitten kendini koruyabilmektedir. Çünkü onikiparmak barsağına ayrıca pankreas sıvısı ve safra salgılanmaktadır ve bu sıvılar asiti derhal “nötralize” etmekte yani tamponlamaktadırlar ve asit özellik burada yok olmaktadır. Ne var ki yutma borumuzun asite karşı hiçbir korunması yoktur. Burada ne özel bir mukus salgısı vardır ve ne de pankreas ya da safra buraya salgılanmaktadır. Dolayısı ile mide içeriği bazı bozuk mekanizmalar neticesinde yutma borusuna doğru kaçarsa burada çok şiddetli hasar ve yaralanma oluşturur. Bir anlamda yutma borusunun özellikle alt ucu ciddi biçimde yanar mide asiti ile karşılaştığında.

Mide kapsamı eğer safra içeriyorsa bu da yutma borusu içine kaçtığında tahriş edicidir. Mide kapsamının safra içermesi durumu onikiparmak barsağından mideye bir geri kaçak olduğu anlamına gelir ve bu durumda mide kapsamının asit özelliği azalmıştır. Bu şekilde asiditesi azalmış mide kapsamı, yutma borusu için gene tahriş edicidir zira birçok safra tuzu içermektedir. Nadir de olsa bu tip reflü hastalarının tanısında güçlük çekilmektedir çünkü bunlarda PH metrede asit reflü saptanamamasına karşın, endoskopide eroziv reflü gözlenebilmektedir. Bu durumun tanısı ileri teknolojilere sahip reflü laboratuarlarında mümkün olabilmektedir.


Kaynak
http://www.reflu.net/nedenleri.htm

Reflü-2

Son zamanlarda çok duyar olduk bu reflü hastalığını. Popüler bir hastalık mı bu ?
Herhangi bir sağlık problemine “popüler” gibi olumlu bir anlam yüklemek çok yanlıştır hiç kuşkusuz. Reflü hastalığının son yıllarda çok konuşulan hastalıklardan biri olmasının üç nedeni vardır.



1.SIKLIK : Bunların en önemlisi reflü hastalığının sıklığıdır. Reflü öylesine sık bir problemdir ki, bazı dramatik rakamlar bile vermek mümkündür. Herşeyden önce reflü hastalığı zamanımızın en sık rastlanılan sindirim sistemi hastalığıdır. Ülkesine göre değişmekle birlikte reflü hastalığı tüm nüfusun % 40 ını etkilemekte ve yaklaşık her beş kişiden biri reflü belirtileri nedeni ile tedavi aramaktadır. Bazı rakamlar verirsek; örneğin A.B.D. ‘ nin tüm popülasyonun % 7’ si hergün bir kez ağıza acı su gelmesinden ve yanma hissinden yakınmaktadır. Gene tüm nüfusun %40 ‘ı ayda bir kez benzer reflü şikayetleri yaşamaktadır.


2.TANIDAKİ GELİŞMELER: İkinci neden ise bu hastalığın tanısı ile ilgili olarak kaydedilen gelişmelerdir. Artık endoskopi, PH metre ve manometre sayesinde çok tarafsız biçimde tanı konulabilmekte, diğer hastalıklardan daha iyi ayırıcı tanı yapılabilmekte ve dolayısı ile en uygun tedavi de planlanabilmektedir. Çok iyi bilmekteyiz ki; eskiden astım, geniz problemleri nedeni ile yıllarca değişik tedavilere tabi tutulan hastaların asıl problemi aslında basit bir reflü olabilmektedir ve zamanımızda bu atipik seyirli reflü hastalarının da tanısı kolaylıkla konulabilmektedir. Bunun tersi de doğru olup bazen de reflü benzeri şikayetlerin aslında başka nedenlerden kaynaklandığı saptanabilmektedir .
3.TEDAVİDEKİ GELİŞMELER: Üçüncü neden de tedavideki gelişme ile ilgilidir. “Laparoskopi”, yani karnı kesmeden uyguladığımız basit bir cerrahi girişim ile reflü hastalarının tüm sıkıntıları kalıcı biçimde son bulabilmektedir. 1991 yılında ilk kez yapılmış olan laparoskopik anti-reflü cerrahisi; A.B.D. ‘ de artık yılda 50 000 civarı hastaya uygulanmakta olan rutin bir girişim olmuştur. Laparoskopinin anti-reflü cerrahisinde devreye girmesinden sonra reflü için yapılan ameliyat sayıları tüm dünyada en az 15 misli artmıştır.

Sonuç olarak günümüzde reflü hastalığının çok daha fazla farkındayız ve çok daha objektif kriterlere dayanarak tanı koyabilmekteyiz. Bunlara paralel olarak da çok daha akılcı ve kalıcı tedaviler uygulayabiliyoruz .


Kaynak http://www.reflu.net/

Çarşamba, Kasım 22, 2006

Reflü-1



Bir çoğumuz midemizden şikayet ederiz ama sorunun ne olduğunu bilmeyiz. Bazen doktorların da gözünden kaçabiliyor. Ben de bu rahatsızlıktan muzdarip olduğumdan, bir araştırma yaptım ve buradan adım adım bu hastalığın başlangıcından sonuçlarına kadar nereden başlayıp, hangi aşamalardan geçmemiz gerektiğini aktaracağım.

Reflü hastası nelerden yakınır ?
En tipik şikayetler

Ağıza acı su gelmesi
Göğüs kemiğinin arkasında yanma

Tipik olmayan şikayet ve bulgular

Geniz,boğaz problemleri

Ses kısıklığı, ses çatallanması, ses yorgunluğu
Sık farenjit, larenjit, geniz problemleri
Sinüzit
Ses teli polipleri
Yemek aralarında boğazda bir düğüm (ya da yabancı cisim) hissi olması ve bunun geceleri geçmesi (GLOBUS HİSTERİKUS)

Ciddi reflü komplikasyonları

Gırtlakta lökoplaki, granülom
Subglottik stenoz
Gırtlak kanseri



Akciğer problemleri

Astım
Müzmin (kronik) öksürük, bronşit
Zatüree


Diş problemleri (Diş minesi kaybına bağlı )
Ağız kokusu
Kalp krizi ile karışabilecek göğüs ağrısı



Reflü Hastalığı Kabaca Üç Değişik Klinik Senaryo ile Karşımıza Çıkar

· SADECE TİPİK ŞİKAYETLERLE (AĞIZA ACI SU GELMESİ VE YANMA)
% 45

· TİPİK ŞİKAYETLER ÖN PLANDA ANCAK ATİPİK ŞİKAYETLER DE MEVCUT % 40

· ATİPİK ŞİKAYETLERİN (KBB-AKCİĞER ŞİKAYETLERİ-AĞIZ KOKUSU GİBİ) ÖN PLANDA OLDUĞU OLGULAR % 15


Kişinin yediklerinin istemeden ağıza doğru geri gelmesi ve buna bağlı olarak göğüs kemiğinin arkasında yanma hissetmesi en tipik şikayettir. Bu şikayetler sıklıkla yemek yedikten sonra oluşmaktadır. Amerikalıların “heart burn” yani kalp yanması olarak adlandırdığı bu durumu bazı hastalar ağıza acı su gelmesi olarak nitelendirebilmektedir. Bu bazen yanma şeklinde olmayabilir ve ağrı olarak da algılanabilir.

Bu tip bir ağrı, ileri yaştaki birinde kalp hastalıkları ile bile karışabilmektedir. Çünkü ciddi bir reflü atağının ağrısı aynen kalp krizi ağrısı gibi boyuna , sırta ve kollara dek vurabilir. Nitekim kalp problemi olduğunu sanıp doktora başvuran ileri yaştaki kişilerin hatırı sayılır bölümünde aslında problemin basit bir reflü atağı olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki bazen gereksiz yere anjio yapılmış hastalara bile rastlamak mümkündür. Kalp krizini taklit eden göğüs ağrısı nedeni ile anjio yapılan hastaların % 20-30 ‘ unda tamamen normal anjio bulguları ile karşılaşılmakta ve bunların da yaklaşık yarısında allta yatan nedenin reflü olduğu bilinmektedir. Bu durum tıpta “non-cardiac chest pain” yani kalbe ait olmayan nedenlerden göğüs ağrısı olarak bilinmektedir ve tedavisi tamamen reflüye yönelik olmalıdır. Unutulmaması gereken en önemli husus ; benzer ağrıların varlığında öncelikle hayati önemi olabilecek kalbe ait tüm nedenlerin bir bir ekarte edilmesinin gerekliliğidir.
Ancak en tipik durum; genç ya da orta yaşlı bir kişinin genellikle yemeklerden sonra veya yattığında, ya da öne doğru eğildiğinde mide kapsamının ağzına doğru geldiğini hissetmesi ve göğüs kemiğinin alt kısmına yakın bölgede yanma hissi oluşmasıdır. Bazı hastalardaki yanma hissi ise sadece göğüs kemiğinin en alt ucunun arkasında oluşmakta ve tıp dilinde buna “pirozis” denilmektedir.


Kaynak http://www.reflu.net/

I am a
Petunia

What Flower
Are You?