Cuma, Şubat 23, 2007

Sigaraya Başlamanın Özendirici Dikenli Yolları



Ik zat in de eerste van de Havo. Al mijn vrienden rookten, maar ik niet. Ik had het wel geprobeerd, maar ik vond het hartstikke vies. Toen zeiden ze dat ik een mietje was en ze gaven me steeds sigaretten. Om er bij te horen heb ik toch een paar keer meegerookt en zo werd ik verslaafd aan roken. Eigenlijk ben ik nu kwaad op mijn vrienden van toen en ook op mezelf omdat ik zo stom was om mee te doen. Ik heb al een paar keer geprobeerd om te stoppen, maar het lukt me gewoon niet.
Als jij slim bent, maak je niet dezelfde stomme fout als ik!


Bas Verhagen


(HAVO birinci sınıftaydım. Bütün arkadaşlarım sigara içiyordu ama ben içmiyordum. Denemiştim tabii ama çok pis bulmuştum. O zaman bana sütçocuğu dediler ve sürekli sigara verdiler. Ben de "ait olma" amacıyla bir kaç kez içtim ve böylece sigara müptelası oldum. Aslında şu anda arkadaşlarıma ve kendime çok kızgınım, onlara eşlik edecek kadar aptal olduğumdan. Bir kaç kez bırakmayı denedim ama başaramadım.
Sen akıllıysan, benim yaptığım hatayı yapma!

Bas Verhagen)

Yukarıdakini okuyunca kendimi gördüm otuzaltıyıl öncesinde.

Etiketler:

Perşembe, Şubat 22, 2007

Konumuz Sigara




Beyin tümörlerinin %99’u, Beyin kanamalarının %85’i, Akciğer kanserlerinin %90’ı, Gırtlak kanserlerinin %99’u sigara kaynaklıdır. Sigara içenlerde kırmızı küreciklerin oksijen taşıma kapasitesi 1/6 ilâ 1/3 oranında azalır. Sigara içenlerin vücuduna %15 ilâ %33 daha az oksijen girmektedir. Bu en önce beyin ve kalbin harabiyeti demektir. Tütün dumanında 4000 adet zararlı madde vardır. Sigara içen kadınlar içmeyen kadınlardan 15 yaş fazla ihtiyarlamaktadır. Sigara içen annelerin çocukları,oksijen azlığı sebebiyle geri zekalı olur. Tiryaki hanımların çocuklarında sakatlık ihtimali %65 gibi ciddi bir çizgidedir. Sigara içen kadınlarda kısırlık 10 kat fazladır. Erken doğum ve düşüklerin %80’inin sebebi sigaradır. Dünya ülkelerinde çıkan yangınların %70’inden sigara sorumludur. Sigaranın sebep olduğu ölümler, diğer uyuşturucularınkinden 13 kat fazladır. Sigara içenlerde ani ölüm, içmeyenlere oranla 10 kat fazladır. 45-50’nin altındaki erkeklerde koroner (kalp)den ölenlerin %80’i sigara kaynaklıdır.


Tütündeki radyoaktif, kurşun ve polonium, radyoaktif parçalar olarak hücreleri mahvetmektedir. Bacak damar tıkanıklıklarının %90’ı sigaradandır. Günde 1 paket sigara içenlerin vücudunda 20 yılda 7 kg. is ve katran birikimi olmaktadır.


Etiketler:

Cumartesi, Şubat 17, 2007

Baş Ağrısı-Migren




En sık primer baş ağrısı nedeni olan migren, damarsal kökenli, akut ataklarla giden kronik bir hastalık. Kadınların ortalama yüzde 18’i, erkeklerin yüzde 6’sında görülüyor. Migrenli hastaların yaklaşık yüzde 70’inde ailede migren öyküsü bulunuyor. Migren atakları sırasında hastaların yüzde 80’inde şiddetli baş ağrısı ve buna eşlik eden bazı bulgular görülüyor. Bunların 1/3’ünde bu rahatsızlık hissi günlük işlerine devam etmelerini engelliyor ve yatak istirahati bile gerektirebiliyor. Hastalık, hem günlük yaşam kalitesini düşürmesi hem de iş gücü kaybı ile ciddi ekonomik yük oluşturuyor.


Belirtileri:

Uluslararası Baş ağrısı Birliği bazıları seyrek görülen birçok migren tipi belirlemiş. Auralı (öncül belirtili) migrende baş ağrısı öncesinde ışıklar, zik zaklar, renkler görme şeklinde çoğunlukla görsel belirtiler gelişiyor. Aurasız, yani öncül belirtileri olmayan migrende ataklar aniden ortaya çıkıyor. Migren atağı sırasında genelde sağ veya sol yarım baş ağrısı vardır. Bu ağrı zonklayıcı, orta veya çok şiddetli bir baş ağrısıdır. Ağrıya mide bulantısı, kusma isteği veya kusma, ışık ve sese karşı hassasiyet, bazen ağrı olan tarafta uyuşmalar da eşlik edebiliyor. Ataklar ortalama 4-72 saat sürebiliyor. Ataklar sırasında birçok hasta sessiz ve karanlık bir odada yatma ihtiyacı hissediyor.


Nedenleri neler?

Migren ataklarını tetikleyen bazı durumlar olabiliyor. Bunlar adet dönemi, yumurtlama dönemi, doğum kontrol hapı kullanımı, hormon yerine koyma tedavileri gibi hormon dengesinde değişiklik yapan durumlar, alkol, konserve yiyecekler, aspartam (tatlandırıcılarda bulunur) gibi maddeler, çikolata, eski peynir, öğün kaçırma gibi beslenme ile igili durumlar, stres, üzüntü, depresyon, aşırı fiziksel aktivite ve yorgunluk, aşırı ve parlak ışıklı, floresan aydınlatmanı mekanlar, uykusuzluk, aşırı uyku, damarlarda genişleme yapan bazı ilaçlardır.


Tanı nasıl konuyor?

Migren tanısı konması için bu özeliklerin yanı sıra hastanın gerekli incelemelerinin yapılıp baş ağrılarına neden olabilecek başka bir hastalığın olup olmadığının kanıtlanması gerekiyor.


Nasıl tedavi ediliyor?

Migrenin iki tip tedavisi var. Biri atağı durdurmaya diğeri ise ataklardan korumaya yönelik tedavidir. Atak tedavisi sadece atak sırasında kullanılıyor. Ağrıların şiddeti ile süresine ve hastanın durumuna göre basit ağrı kesiciler ya da özel migren ilaçlarından yararlanılıyor. Şiddetli bulantı-kusmaları ve atak sırasında aşırı huzursuzluğu olan hastalarda bu şikayetlere yönelik tedaviler gerekebiliyor. Ataklardan korumaya yönelik tedavinin birinci basamağı ise atağın sıklık ile şiddetini azaltmak. İkinci olarak da ilk basamak başarılı olduğu takdirde hastanın kullanmakta olduğu ağrı kesici miktarını azaltmak ve onun yaşam kalitesini yükseltmek. Kullanılan ilaçlar çok çeşitli gruplardan oluşuyor. Bunlar epilepsi(sara) ilaçları, depresyon ilaçları, hipertansiyon ilaçları, magnezyumlu bazı ilaçlar olarak gruplandırılabiliyor. Bu ilaçların hangisinin seçileceğine migrenin tipi, atakların sıklığı, ataklar sırasında eşlik eden şikayetlerin özellikleri, hastanın yaşı, başka hastalıklarının olup olmaması gibi durumlara göre ilgili hekim karar veriyor. Kadınların ortalama yüzde 18’i, erkeklerin yüzde 6’sında görülüyor.


Etiketler:

Çarşamba, Şubat 14, 2007

Başağrısı deyip geçmeyin





İSTANBUL - Anadolu Sağlık Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Dr.Sema Demirci başağrısı tipleri hakkında belirtisinden tedavisine faydalı bilgiler verdi.


Baş ağrıları tüm dünyada hekime başvurularda en sık dile getirilen yakınmayı oluşturuyor. Kadınların yüzde 5’i ve erkeklerin yüzde 2.8’i her yıl 180 gün ve üzerinde süreyi baş ağrılarıyla geçiriyor. Baş ağrılarının 300’den fazla farklı tipi var. Birçoğunun kökeni halen tam anlaşılmamış olmakla beraber genellikle iyi huylu özellik sergiliyor. Ancak bazen ciddi ve yaşamı tehdit eden nedenlerle ilişkili olabiliyor. Baş ağrıları hemen tüm dünyada Uluslararası Baş ağrısı Birliğinin(IHS) belirlediği kriterlerle sınıflandırılıyor. Oldukça geniş kapsamlı olan bu sınıflamaya göre; primer ve sekonder olmak üzere ikiye ayrılıyor.


Primer (birincil) baş ağrıları: Baş ağrısını açıklayacak herhangi bir sistemik ve/veya beyin hastalığı olmuyor. Bu grupta migren, gerilim tipi baş ağrıları, küme baş ağrısı gibi baş ağrısı tipleri yer alıyor.


Sekonder (ikincil) baş ağrıları: Bu grupta beyinde ve/veya sistemik olarak bir hastalık bulunuyor ve ağrılar bu hastalıkla ilişkili oluyor. Baş ağrısının hangi grupta olduğunu belirlemek için, geniş bir anamnez, nörolojik muayene, beyin görüntülemesinin yanı sıra , kan ve idrar tahlilleri, EEG (elektroensefalografi), gereken durumlarda lomber ponksiyon(belden su alma) işlemleri yapılması gerekiyor.

Etiketler:

C Vitamini Bildiğimizden Daha Önemli









Dünya sağlık örgütleri, yararları nedeniyle günlük C vitamini oranlarının artırılamasını tartışıyor. C vitamininin, kansere, strese, yaşlanmaya karşı etkilerinin saptanması özellikle kent yaşamındaki önemini artıyor.

Kaynak : BİA Haber Merkezi 21/02/2003

BİA (İstanbul) - Kış aylarının popüler vitamini olan C vitamininin önemi, dünya sağlık örgütlerince bir kez daha tescilleniyor. Özellikle kansere karşı etkisinin keşfedilmesi ve fazla alınmasının yan etkilerinin az olması, C vitamininin önemini arttırıyor. Bir de C vitamini, gribe ve soğuk algınlığına yol açan virüslerin mukozaya yapışmasını ve çoğalmasını önlediği ve vücut direncini artırdığı için özellikle kış aylarında daha da önem kazanıyor.

Strese, yorgunluğa ve sigaranın yarattığı olumsuzluklara karşı etkileri de saptandığından, özellikle kent yaşamındaki önemi artıyor.

C vitamini, yaşlanma sırasındaki dejenerasyondan korunma sağladığı düşünülen antioksidan özelliği nedeniyle de popüler olmaya başladı.

Hem C vitamini içeren sebze ve meyvelerin bolluğu, hem de C vitaminine olan ihtiyaç nedeniyle, C vitamini, adeta kış aylarının vitamini.

Yararları

Aslında C vitamininin soğuk algınlığından koruyucu etkisi kanıtlanamamakla birlikte, soğuk algınlığı geçiren kişilerde hastalık süresini kısalttığı ve semptomların ciddiyetini azalttığı biliniyor. Çünkü C vitamini, vücuda giren virüslerin hareketliliğini azaltıyor ve bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor.

A, B, E vitaminlerinin, demir ve kalsiyumun vücutta daha iyi kullanılmalarını sağlıyor.

Kılcal damar yapısını kuvvetlendiriyor.

Koroner kalp hastalığı oluşum riskini azaltıyor.

C vitaminin kansere karşı da en etkin maddelerden biri olduğu saptandı.

Yaraların kapanmasını sağlayan enzimlerin oluşumunda etkili.

Gözleri, güneşe ve güçlü ışıklara karşı koruyarak katarakt oluşumunu engelliyor.

Kemiklerde, dişlerde, diş etlerinde, ligamentler ve kan damarlarındaki vücut hücrelerinin büyümesine ve sağlığını korumasına yardımcı oluyor.

Vücudun strese yanıt vermesine yardımcı oluyor.

Vücuttaki bazı hormonların işleyişinde görev yapıyor.

Kolesterol düzeyini dengeliyor.

C vitamininin, bazı hastalıklardan ve yaşlanma sırasındaki dejenerasyondan korunma sağladığı düşünülen antioksidan özelliği var.

Ne kadar?

Ulusal Bilim Akademisi Gıda ve Beslenme Kurulu (Food and Nutrition Board of the National Academy of Science) C vitamini alımıyla ilgili günümüzdeki önerilerini gözden geçiriyor. Ulusal Sağlık Enstitüleri'ndeki (National Institutes of Health) uzmanlar, önerilen C vitamini miktarının günde 60-75 mg'dan 100-200 mg'a artırılması gerektiğini düşünüyor.

Hamilelerin, sporcularun ve sigara içenlerin C vitamini ihtiyacı daha fazla.

C vitamini alındıktan en az iki saat sonra ince bağırsak tarafından emiliyor. Günlük tüketim miktarı 100 mg ile 150 mg arasında olduğunda vücut tarafından yüzde 75'i emilirken alınan miktar 1000 mg çıktığında sadece yüzde 50 kadarı emiliyor. Yani halk deyimiyle fazlasını vücut atıyor.

Doğal yolla alınan C vitamini emilimi saf olarak alınan vitaminden daha fazla.

Yetersizliği

C vitamini yetersizliği enfeksiyonlara karşı direncin azalması, iştah azalması, yaraların iyileşmesinde gecikme, diş eti şişmesi ve kanaması, kansızlık, yorgunluk, eklemlerde şişmelere neden olur. C vitamini eksikliğinin en uç belirtisi kemiklerde kırılmalarla belirlenen skorbüt hastalığıdır.

Ayrıca depresyon, yüksek tansiyon, eklem iltihabı, ülser, damar sorunları, alerji ve safra kesesi taşları bir çok sağlık sorununun C Vitamini ile ilişkili olduğu düşünülüyor.

Vücuttaki C vitamini eksikliği, yorgunluk, kansızlık, ateş, diş ve dişeti rahatsızlıkları, yaraların kapanmasında gecikme ve enfeksiyonlara karşı direncin azalması şeklinde kendisini gösterir.

Nelerde var?

En önemli C vitamini depolarından birisi kuşburnu. Bütün turunçgillerde, maydanoz, asma yaprağı, çilek, domates, karpuz, kırmızı dolmalık biber, brokoli ,karnabahar, havuç, roka, tere, kuru soğan, ıspanak ve lahanada bol miktarda bulunuyor. Yani özellikle kış ayları C vitamini alabileceğimiz zenginliğe sahip.

Nasıl almalı?

Diğer vitaminlerle kıyaslandığında daha dayanıksız olduğu bilinen C vitamini ve bunu içeren gıdalar, bekletilmeden kısa süre içerisinde tüketilmeli.

Bu yüzden pişirme ve saklama yöntemlerine de dikkat etmek şart. Sebzeler çok az suda ve kısa sürede pişirilmeli. C vitamini havanın oksijeniyle birleştiğinde oksidasyona uğradığı için, sebze ve meyveleri bıçakla kestikten hemen sonra tüketilmek gerekiyor. Sebze ve meyveleri sıcak yer yerine buzdolabında saklamak daha uygun. Kurutulmuş sebze ve meyvelerde C vitamini kaybı çok olduğundan C vitamini için tazesini tercih etmeli. Örneğin kayısı C vitamini içerir ama kuru kayısının bu özelliği yoktur.

Çok sayıda meyve ve sebzeden doğal yollarla alabileceğimiz C vitamini, tabletlere tercih edilmeli.

C vitamininden zengin besinleri dengeli biçimde tüketmek, yeterli miktarda C vitamini almanın en iyi yolu.

Fazlalığı

C vitamini vücutta depolanmadığı ve idrarla atıldığı için, fazlası az sorun oluyor. Ciddi yan etkileri pek yok. Çok fazla alındığında bulantı ve ishale neden oluyor. Ayrıca karın ağrısı, idrarda yanma, deride hassasiyet görülebilir.C vitamini yüksek dozda tüketildiğinde B vitaminini azaltıyor, bu nedenle kimi toksik etki yapan vücutlarda böbrek taşı oluşmasına neden oluyor.
.....

Etiketler:

Salı, Şubat 13, 2007

Yeni Kitaplarım Geldi...8(Bitti)



Dava/Franz Kafka

"Yitirmişlik'in yazarı Kafka; varoluşun kendisini alaycı bir umutsuzlukla, yenilgiyi baştan kabullenerek karşılar; çünkü o, yitmişlik ve yitirmişliğin yazgı ortağıdır da; Hıristiyan diyarında yaşayan bir Yahudi'dir, sanatsevmez bir aileden geliyordur; anadilini konuşamadığı bir ülkede yaşıyordur... Yazarın Dava adlı bu yapıtı da bir yitirilmişliğe ayna tutarak, gücü ellerinde bulunduranların bir yaşamı sessiz ve rahatça ortadan nasıl kaldırıldığını yansılar: Keskin alaycı, umutsuz.(Tanıtım Bülteninden)



Hikâyeler/Franz Kafka

Cem Yayınevi, çağımızın büyük yazarlarından Kafka'nın bütün eserlerini, Kamuran Şipal'in Türkçesiyle yayınlamaktadır. Kafka'nın ölümünden sonra arkadaşı Max Brod'un hazırladığı bütün eserlerde "Bir Savaşın Tasviri", "Hikayeler" ve "Taşrada Düğün Hazırlıkları" adlarını taşıyan üç hikaye kitabı; "Dava", "Şato" ve "Amerika" adlarındaki üç romanı ile "Günlükler"I yer almaktadır.Hikayeler'in bu basımı Kafka'nın arkadaşı Max Brod'un Bütün Eserler'deki metin temel alınarak çevrilmiştir.(Arka Kapak)
Bu kitaplar aşağıdaki gülü haketmiyor mu sizce de?

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Yeni Kitaplarım Geldi...7



Babi Yar/Yevgeni Yevtuşenko
Yevgeni Yevtuşenko, modern Rus şiirinin önde gelen temsilcilerinden biri, belki de ilkidir. 1952'de Daha 19 yaşında yayınladığı ilk kitabının geniş ilgi görmesi ve başarı kazanmasından sonra, peş peşe çıkan şiir kitaplarında güncel ve genel toplumsal temaları, öyküleme ve konuşma dilinin canlılığıyla işledi. Söylev edasıyla yazdığı uzun soluklu şiirlerinde, bireyi toplumsal yaşamın zenginliği içinde yakalayıp anlattı. Zaman zaman polemil özelliği de yüklenen şiirleriyle, günümüz Rus yaşamında dinamik insan öğesinin oluşumuna katılma amacı güttü. Rus şiirinin işlevsellik geleneğini toplumsal sorunlara dönük bir yaklaşım ve duyarlılıkla sürdürdü.(Kitabın arka kağağından)
Şato/Franz Kafka
İthaf ya da neden yeni bir çeviri?"... uğraşına tam anlamıyla gönül vermiş çevirmen, yabancı dilde okuduğu bir yazara ve yaratısına bir kez vurulmayagörsün; ondan sonra o yazarı -daha önce başkaları tarafından kaç kez çevrilmiş olursa olsun- bir de kendi anlatmak, o çevirmen için tam bir tutkuya dönüşür. Bu tutku, hiçbir zaman kendi yapacağıçevirinin öncekilerden üstün olacağı inancındanKaynaklanmaz - belki kaynaklanmamalıdır da."Ahmet Cemal, Ekim 1986 tarihli, Dönüşüm çevirisine yazdığı önnotunda, neden "yeni bir çeviri" sorusunu çok vazıh bir biçimde yanıtlar. İçten ve yalın bir dille, "tutku" kavramıyla açıklar bu girişimi. Gerçekten de öyle, Kafka bir tutkudur. Peki bir yayıncı için durum farklı mıdır? Sanmıyorum. Kendi erken ve yetersiz okumalarım sonrasında dehasına hayran olduğum yazarların başında gelir Kafka! O tüm bir yazın tarihinin en güçlü ve en trajik yazarlarındandır kanımca hattâ en güçlüsüdür. Ve daha ilk okuduğum günden beri aklımda gezdirdiğim ve yayıncılığa başladığım ilk günden bu yana da sürekli yayımlamayı tasarladığım dâhi yazarımdır benim. İşte bir yayıncı olarak beni yeni bir çeviri yayımlamaya iten saik de salt budur zaten, Kafka'ya olan büyük hayranlığım, tutkum ve bağlılığım.Kafka'nın sanatı ulaşılması zor bir ufku işaret eder, alımlanmasıyla ilgili kimi yanılgıları da göz ardı edersek, o sanatıyla çoktan ebedileşmiştir. Trajik olansa, böylesi bir dehanın vasiyetinde tüm yapıtlarının yakılmasını talep etmiş olmasıdır. Bu dizimizi, bu trajik isteği yerine getirmeyerek Kafka Külliyatı'nı bize ve insanlığa kazandıran Max Brod'a ithaf ediyoruz...- Ahmet Öz(Tanıtım Yazısından)
Sesleri Görmek/Oliver Sacks
"1986'da ve 1987'de Gallaudet'e yaptığım ziyaretler, benim için son derece etkileyici deneyimlerdi. Sağırlardan oluşan böyle muazzam bir topluluk görmemiştim. İşaret dilinin yetkin bir dil olabileceğini anlamak için, işaret dilinde verilen felsefe ve kimya derslerini, tümüyle sessiz çalışmaların sürdüğü matematik bölümünü görmem gerekiyordu - sağırlık hakkındaki 'tıbbi' önyargılarımdan kurtulmam ve sağırları tümüyle kendine özgü bir dili ve kültürü olan bir toplum olarak gören 'kültürel' bir bakış açısına sahip olmam için bütün bunlara şahit olmam gerekmişti."Sesleri Görmek, çoğu kez acımasız önyargılarla karşı karşıya kalan sağırların, "işitenlerin" dünyasında Kabul görmek için verdikleri savaşımı gözler önüne seriyor. İşaret dili yalnızca bir dil değil, sağır kültürünün elindeki tek "araç". Mart 1988'de Gallaudet Üniversitesi'nde yaşanan ve Oliver Sacks'ın bizzat tanıklık ettiği isyanın da, sağırların haklarını arayan tüm sosyal ve politik akımların da merkezinde hep işaret dili var.Sesleri Görmek, şaşırtıcı bir dünyaya yapılan etkileyici bir yolculuk... (Arka Kapak)

Etiketler:

Cumartesi, Şubat 10, 2007

Yeni Kitaplarım Geldi...6


Pazartesi ya Da Salı/Virginia Woolf
Virginia Woolf'un yaratıcılığı bir üçgene dayanır. O üçgen ki bir noktasını kişiliği, bir noktasını yapıtları, bir noktasını da delilik nöbetleri oluşturur. Bu üç nokta arasında gidiş-gelişleri aralıksız sürer. Yazdığı her yapıt onu yeni nöbetlere iteler -Hemen her yazdığından etkilenmiştir-. Geçirdiği her delilik nöbeti ise önce yaşamını daha bir alt-üst eder, ardından yeni yapıtlarının nedeni olur. Bu büyük edebiyat dehasının çizgi dışı yaşamını, "bilinçakışı tekniği"nin ustalıkla sergilendiği "Pazartesi Ya Da Salı"nın sayfaları arasında bulabiliriz.
"Pazartesi Ya Da Salı"da okuru yoğun bir gözlem, ince bir duyarlılık karşılıyor. Yaşamından yola çıkarak sizi kendi yaşamınıza vardırıyor. Ve işin kötüsü çevrenizdeki onca şeyle uğraşan insanların arasında, yalnızca "yaşamı izliyor"sunuz.
Tüm sorunlarına karşın yazma tutkusunu elden bırakmayan Woolf, 1941 Mart'ında ölümü seçtiğinde 59 yaşındaydı.(Kitabın arka kapağından) Türkçesi : Alev Bulut

Orlando/Virginia Woolf
Virginia Woolf'un romanları arasında Orlando, her türlü olabilirliği ve gerçekliği dışlayan, fantastik öğelerle bezemiş konusu, coşkulu, abartılı, mizah yüklü anlatımıyla özgün bir yere sahiptir.
İngiltere'nin en soylu ve nüfuzlu ailelerinden birinin tek mirasçısı olan olağanüstü güzel, duyarlı, şair ruhlu Orlando, serüven dolu yaşantısına Kraliçe I. Elizabeth'in gözdesi ve haznedarı olarak başlar.
Arayışlar içinde geçen inişli-çıkışlı dörtyüz yıllık yaşamının orta yerinde büyük bir dönüşüme uğrar. İstanbul'da II. Charles'ın elçisi olarak bulunduğu sırada mucizevi bir biçimde kadın olur. Bir süre Bursa dolaylarında Çingeneler arasında doğayla iç içe yaşar. Yeni kimliğiyle İngiltere'ye döndüğünde 18. yy edebiyat çevrelerinin ünlü nüktedanları arasında can sıkıntısından patlar, 19. yyın kadınlara biçtiği rolün içinde boğulacak gibi olur. Ancak aykırı, enerjik, sorgulayan kişiliğinin yardımıylatüm toplumsal değişimlerin ve kendi yaşamındaki büyük dönüşümün üstesinden gelmeyi başarır. Romanın sona erdiği 1928 yılında olanca boyun eğmez çağdaşlığıyla dimdik ayaktadır.
Virginia Woolf bu keyifli romanda bize yalnızca sıradışı bir kahramanın olağanüstü öyküsünü anlatmakla kalmaz, ince değinmelerle, keskin bir mizahla, çarpıcı simgelerle İngiltere tarihinin son dörtyüz yıl boyunca geçirdiği dönüşümleri ve bunların İngiliz yazınındaki yansımalarını da ikiyüz sayfalık bir metne şaşırtıcı bir ustalıkla sığdırır.(Kapağın arka kapağından) Çevirmen Seniha Akar

Londra Manzaraları/Virginia Woolf
"Kocaman bir kurdele gibi uzanan Oxford Caddesi'nin allı pullu, şatafatlı halinin kendine özgü bir büyüsü vardır. Cadde, çakıl taşlarıyla dolu ve taşlarını sürekli olarak parlak bir akıntının yıkadığı bir ırmak yatağı gibidir. Her şey pırıl pırıl yanıp söner. İlkbaharın ilk günü, cıvıl cıvıl lâle, menekşe ve nergis katmanlarından oluşan fırfırlarla süslenmiş çiçek arabaları ortaya çıkar. Trafiğin güçlü akıntısını karşı, güçsüz, kırılgan tekneler gibi, belli belirsiz ilerlemeye çalışırlar. Bir köşede, eski püskü giysili büyücüler, büyülü bardaklara koydukları renkli kağıt parçalarını, pırıl pırıl renkli bitkilerden oluşan gür ormanlara -bir sualtı çiçek bahçesine- dönüştürmektedirler. Bir başka köşede, kaplumbağalar ot yığınları üzerinde yatmış dinleniyorlar.(Kitabınarka kapağından) Çevirmen Şenya Kara


Devam edecek...

Etiketler:

Yeni Kitaplarım Geldi...5



Yitik Ruhlar Irmağı/Connie Palmen
Bilinç olmasaydı, zaman olur muydu? Bu soruyu bir başka soruyla perçinlemek ya da içinden çıkılmaz hale dönüştürmek mümkün: Zaman, insanın uydurduğu bir şey mi? Dünyaya fırlatılıp atılan, başlangıca değilse bile gidişata müdahele etmekisteyen insanın...Palmen'e göre zaman, hükmetmek, onu kendine ait kılmak, bütünlemek/parçalamak isteyen insanın uydurduğu bir şey...Peki, bunca kirletilmiş, değersizleştirilmiş, kanatılmış bir 'zaman'da, yani günümüzde, sınırda yaşanan bir aşk nasıl tarif edilebilir? Gizli ve hafif şehvani mi?.. Yıkıcı, sakınılması aklanması gereken utanç verici bir şey mi?..Ya da küçük bir sır mı?..
palmen, neredeyse insanlığın tarihi kadar eski ve çok çiğnenmiş iki kavramı, 'aşk ve ölüm'ü, konuşur gibi, bilir de bilmezden gelir gibi anlatıyor. Onca 'yaşanmışlık'a rağmen, romanda ne 'hakikat' sırıtıyor, ne de yanılsama zincirlerinin dişlileri 'tekrar'ın etrafında dönüyor. Daha ilk satırla içinize sızmayı başarıyor. Tutkuyu, bağımlılığı, mahremiyeti, çıplaklığı, aidiyeti, ihaneti, dostluğu bir kaç cümle ile yığıveriyor önünüze. Öyle ki, gündelik hayatta sık sık karşılaştığınız, dokunduğunuz, bildiğiniz şeylere, farklı bir açıdan, daha önce hiç düşünmediğiniz, muhtemelen düşünmeyeceğiniz bir açıdan bakmanıza olanak tanıyor...Hayatı metne 'tıkma'dan, ancak hayatın da hakkını vererek 'hakiki' kılıyor tüm karakterleri...İnanılır kılıyor...Öyle inanılır kılıyor ki, roman bittiğinde, sizden de bir şeyler eksiliyor...

Aşk üzerine yazılmış, hüzün verici, dokunaklı, ancak yine de komik bir kitap. Edepsiz, arsız bir kitap da, çünkü mahremiyetin aleniliğine ilişkin pek bir kaygı taşımıyor. Söz konusu olan salt cinsel bir mahremiyet değil, ondan da önemlisi sersemce ve yiğitçe yaşanan bir aşk...Günah çıkarma ve yemin, yüksekten uçma, kendini ve dünyayı anlamlandırma, entelektüel güç gösterileri de dahil bu aşka. Her şeye rağmen Connie palmen bağımlılık, korku, muhrumiyet gibi kolay kolay üstesinden gelinemeyecek şeylerden söz ediyor. Bağımlılık olmadan mutlu son yok!
Stern

Şaşırtıcı bir üslupla yazılmış, olağanüstü bir roman. Sırrı edebiyarı felsefeyle buluşturmasında.
De Standaard
(Kitabın arka kapağından)


Hayatın ve Aşkın Yasaları/Connie Palmen
Bu roman, hayatı, hayatın temel yasalarını sorgulayan genç bir kadının, insan ve yazar olma yolundaki serüvenini anlatıyor. Genç kadının, üniversite öğrenimi gördüğü yedi yıl boyunca, yedi ayrı erkekle yaşadığı aşk hikayelerinin iç içe geçişinde, mükemmel kurgulanmış bir kendi ben'ini ve mutluluğu arayış öyküsü var. Genç kadın bir yandan bilgiye olan açlığıyla felsefi metinlerin içine dalarken, bir yandan da bu metinlerin temsilcileri gibi görünen erkeklerle aşk ilişkileri yaşar: Astrolog, Saralı, Filozof, Rahip, Fizikçi, Sanatçı ve Psikiyatr. Bu erkeklerin hepsinde, genç kadında olmayan bir şey var gibidir: Dünyayı anlama ve onun hakkında hüküm verme yetisi. Gerçeği yıldızların konumlarıdna arayan ve bulan Astrolog'a, hastalığından bir kimlik yaratmış olan Sara'lıya, hakikate ve ampirizme titizlikle bağlı Fizikçi'ye, tanrısını yitirmiş ama ruhunu yitirmemiş Rahip'e, hayatını sanat aracılığıyla icra eden sanatçı'ya ve üst okur diye adlandırdığı Psikiyatr'a duyduğu hayranlığın nedeni de budur.
Ama, kendi ben'ini keşfetmeye çalışan bir insanın bu arayışında, öteki, nereye kadar belirleyici olabilir? İnsanın öteki'nden bağımsız bir kişiliği var mıdır, yoksa "kişilik" dediğimiz şey de, özgürlük gibi, sadece bir mitostan mı ibarettir?(Kitabın arka kapağından)

Arkadaşlık/Connie Palmen
Connie Palmen, Hayatın ve Aşkın Yasaları'nda olduğu gibi Arkadaşlık'ta da sorunlarını yaşamın temel karşıtlıklarına ulaşma serüveni içinden soruyor. Bu yolculuk, zorlayıcı ve can yakıcı yüzleşmeleriyle okuyucuyu da kendi beniyle bir kez daha tanışmaya, 'içindeki' ve 'dışındaki' keskin bir ışık altında karşılaşmaya sürüklüyor.
İki kadının, çocukluğun gizemli dünyası içinde başlayan arkadaşlık ilişkisini olgunluk çağlarına varan bir süreç boyunca anlatırken; okuru da birey oluşun bazen uçurucu, bazen ürkütücü yanlarıyla yüzleştiriyor. Suçluluk duygusunun aşırı kilolara, sevmenin alkolle akrabalığa nasıl dönüştüğünü dile getiriyor.
Arkadaşlık, karşıtlıklar ve bunların çekim gücü üzerine bir roman. Beden ile ruh arasındaki gerilimli ve çekici ilişkiye, bağlanma korkusu ve aidiyet eğilimine, saplantılara, iptilalara ve insanın kendi özgürlük isteğine yüreklice bakma cesareti ve gördüklerini anlatma becerisi var Palmen'da.
Özgünlük/sıradanlık, intikam/suçluluk/iptila, ideal/gerçek, alkol/beden/zihin, aidiyet/özgürlük/simbiyoz/kopuş, aile/lkader/ölüm üzerine düşünceler, Arkadaşlık'ın anlatı örgüsünü oluştururken bazen canımızı yakarak, bazen ruhumuzu sağaltarak içimize işliyor.
Connie Palmen, 'zihinsel uyarılmanın da bedensel uyarılma kadar heyecan verici' olduğuna bizi inandırıyor.(Kitabın arka kapağından)

Devam edecek...

Etiketler:

Cuma, Şubat 09, 2007

Yeni Kitaplarım Geldi...4


Yaban Yemişleri/Yevgeni Yevtuşenko

Ülkemizde şiirleriyle tanıdığımız ünlü Sovyet ozanı, romancısı ve sinemacısı Yevgeni Yevtuşenko, Kasım 1985'te İstanbul'a gelişinde, "Ah, ne olur hep eski şiirlerim değil, yeniler de çevrilip yayımlansa Türkiye'de. Romanım bile daha çıkmamış burada; yazık, okumuş olmanızı isterdim," diyordu. Yevtuşenko'nun birçok dile çevrilmiş romanı Yaban Yemişleri, yazarın doğduğu yer olan Zima'da geçer. Yazar, çok iyi tanıdığı Tayga'yı, Tayga insanlarını, bu romanın şiirsel diliyle ustaca anlatır. Roman kişilerin tek tek dünyaları, öyküleri, sanki küçük birçok romanın bütünleşmesi gibi bir arada aktarılır okura. "Amacım, yazmayanların, yazamayanların yazarı olabilmek. Sıradan insanın sıradan olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum," diyor Yevtuşenko ve Yaban Yemişleri'nde bu amacına gerçekten ulaşıyor.(Kitabın arka kapağı)

Tatsız Bir Olay/Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Petersburglu üç general, yumuşacık koltuklara oturmuş, bir yandan sohbet etmekte, bir yandan da şampanyalarını yudumlamaktadırlar. Dostoyevski'nin deyişiyle: "güzel ülkemizin değerli çocuklarının" kalkınma hareketine giriştikleri yıllardır. Rusya'da çarlığın çözülmeye başladığı, pek çok şeyle birlikte askerî bürokrasi ile yoksul memur sınıfı arasındaki ilişkilerin değişmeye yüz tuttuğu yıllar. İşte bu davette generallerden biri, bu kısa romanın kahramanı olan İvan İlyiç, aşağı dereceden memurlara karşı iyi davranışları savunmaya başlar. Ona göre önlerinde açılan yeni dönemin özelliği bu olacaktır: İnsanseverlik. Ama general önce arkadaşları arasında alay konusu, sonra da içkinin etkisiyle çıkıp dışarıda tatsız bir olaya neden olr. Tatsız Bir Olay, Dostoyevski'nin erken uzun öykülerinden biri. Ama son derece çağdaş bir yazınsal ve düşünsel başyapıt. (Kitabın arka kapağı)

İkiye Bölünen Vikont/Italo Calvino

Avusturyalılarla Osmanlılar arasındaki bir savaşa katılan Terralbalı Vikont Medaryo'yu, bir Osmanlı güllesi ortadan ikiye böler. Vikont, ülkesine yarım insan olarak döner. Bu çarpıcı giriş, bir bale gibi gelişen bu güzel masalı başlatır. Masal boyunca yarım-Vikont'un çevresinde, kendisinden daha da parçalanmış insanlar devinip dururlar. Bilinen bir halk masalından yola çıkarak yazdığı bu güzel romanda Italo Calvino'nun bitip tükenmez buluşlarından biri mi sözkonusudur, yoksa gittikçe "yabancılaşan", sakatlanan, bütünlüğe ulaşması engellenen çağdaş insanın koşullarına düşündürücü bir gönderme mi yapılmaktadır? İkiye Bölünen Vikont(1952), Ağaca Tüneyen Baron(1957) ve Varolmayan Şövalye(1959) ile birlikte ele alınınca, yazarın, "Atalarımız" adını verdiği üçlemenin ilk kitabı oluyor. Italo Calvino'nun bütün kitaplarını yayınlamış olan Can Yayınları arasında bu üçlemeyi de bulabileceksiniz.(Kitabın arka kapağından)

(devam edecek...)

Etiketler:

Yeni Kitaplarım Geldi...3


On Bir Dakika/Paulo Coelho
On Bir Dakika, dünyanın en eski mesleği üzerine kurulu bir aşk masalı. Paulo Coelho'nun kahramanı güzeller güzeli Maria, pek çok genç kız gibi iyi bir eş, sakin bir yuva değil, serüvenler, aşklar, zenginlikler hayal etmektedir. Bu hayallerin peşine takılıp ülkesinden çok uzaklara, İsviçre'ye sürüklenir. Dilini bilmediği yabancı bir dünyada, hayallerini gerçekleştirmek uğruna garip serüvenlere karışan genç kadının cesareti yanında ilkeleri de sınanaır. Maria, birçok kadının ömür boyu adımını atamadığı bir eşikten geçmektedir: kendini, bedenini, ruhunu ve cinselliğini tanıma. Aşk ve cinsel özgürlük, zenginlik ve yoksulluk, utanç ve cesaret, çıkar ve özveri, söz simyacısı Paulo Coelho'nun Maria için katı gerçeklerle dokuduğu düşler dünyasının çelişkileri. Maria'nın serüveni nasıl biterse bitsin, her şeye rağmen "Dünya yalnızca onbir dakika süren bir şeyin çevresinde dönüyor."(Kitabın arka kapağından)

Yabancı/Albert Camus
Yabancı, romancı, tiyatro yazarı, düşünür ve politik kuramcı olarak II. Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Fransa'da değil tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi olan Nobel ödüllü yazar Albert Camus'nün 1942'de yayımlanan ilk ve en çok ses getiren yapıtıdır. Romanda, bir Arabı öldüren ama bu suçtan çok, yalnızca gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için toplum dışına itilen bir "yabancı" aracılığıyla, XX. yy insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeyen "anlam"ın sürekli aranması, toplumdan ve dış dünyadan kopuk bir bilinç, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışmayı anlatan roman büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusundan alır. Camus, genç kahramanı Mersault'nun dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını, annesinin ölümü dahil her şeye nesnel bir biçimde yaklaşmasını ustalıkla dile getirir.(Kitabın arka kapağından)

Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi/Cuniçiro Tanizaki
Utsugi, 77 yaşında, kendini emekliye ayırmış bir işadamıdır. Bedeni dayanılmaz acılar içindedir, ama eski bir dansçı olan gelinine de dayanılmaz bir istek duymaktadır. Utsugi'nin güncesinde, yalnızca yaşama uğraşı veren, "çılgın bir ihtiyar"ın erotik fantezileri değil, sevdalı bir adamın delikanlıca azgınlıklarını da okuyacaksınız. Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi, yaşama coşku ile cinsel tutkunun birbirini körüklediği bir yapıt. Çağdaş Japon edebiyatının en çarğıcı yazarlarından Cuniçiro Tanizaki, 1949'da ülkesinin en saygın edebiyat ödülü olan "İmparatorluk Ödülü"ne değer görülmüştü. Tüm yaşamı boyunca, geleneksel Japon güzellik ideallerini korumaya çalıştı. Klasik Japon edebiyatının çağdaş bir temsilcisi sayılabilecek Tanizaki'nin bu olgunluk dönemi romanında, eski ile yeni arasındaki çatışmanın yaşamdaki yansımalarını da bulacaksınız.(Kitabın arka kapağından)

Etiketler:

Yeni Kitaplarım Geldi...2




Aşk/Toni Morrison
1993'te Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Toni Morrison, hemen tüm yapıtlarında, Amerikalı siyahların zorlu yaşamlarını, âdil olmayan bir toplumdaki kimlik sorunlarını şiirli bir dille anlatır. Türk okurunun daha önce Katran Bebek, Sula ve Sevilen adlı yapıtlarıyla tanıdığı Morrison'un fantastik anlatımı ve şiirsel üslubu, son romanı AŞK'a da büyük bir güç ve zengin bir doku kazandırıyor. Morrison, bu yeni romanında, Amerikalı siyah bir ailenin üç kuşak boyunca yaşadıklarını anlatırken, burulmuş bir yaşamın düşsel bir aşka, umarsız bir tutkuya, kör bir hırsa dönüşmesini dile getiriyor. Roman, William Cosey'in yaşamındaki iki kadınla ilişkilerinde odaklanıyor. Cosey'in torunu Christine, karısı Heed'in çocukluk arkadaşı ve ikisi de aynı yaştalar. Toni Morrison, bir kez daha, ABD'deki siyah edebiyatının alışılmış kalıplarını kırıyor, değişen toplumsal ilişkilere yepyeni bir bakış getiriyor.


Koku/Patrick Süskind(Bir katilin öyküsü)
Patrick Süskind'in bu romanına konu olan olay, 18. yy'da Fransa'da geçer. Kitabın kahramanı Jean-Baptiste Grenouille, tüm insancıl duyumlardan ve duydulardan yoksun, yalnızca kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten çekinmeyen bir katildir. Herkesin, her şeyin kokusunu almakta, tüm kokuları üretmekte gerçek bir dâhi olan bu genç adam, kendi kokusunun olmadığını, bulunduğu yerlerde insanların kendisinden çıkan kokuyu alamadıklarını anladığı gün dünyasını yitirir. Kendisi için tek çıkar yol, başkalarına sanki insanmış izlenimini verecek kokular sürünmektir. Toplum içinde bireyselliğini hiç bir zaman edinememiş, ama kendi benliğinin dışında her şeyi yaratabilmiş bir dâhiyi sergileyen bu görkemli alegorinin olağanüstü bir akıcılıkla erişilen son bölümü, benzeri herhalde Kafka'da görülebilecek bir insanlık tragedyasının simgesidir.

Amerika/Franz Kafka
Amerika, yapıtlarında 20. yy insanının korkularını, yalnızlığını, kaygı ve saplantılarını, kendi kendine yabancılaşmasını dile getiren Franz Kafka'nın ilk romanı. Kafka'nın 1912'de yazmaya başladığı ve Kayıp adını verdiği bu yapıt, yazarın ölümünden sonra arkadaşı Max Brod tarafından Amerika adıyla ilk kez 1927'de yayınlandı. Ailesinden 16 yaşında ayrılarak Amerika'ya, zengin amcasının yanına giden Praglı delikanlının yaşantısını kendi ağzından anlatan bu roman, iyimser tutumuyla, Kafka'nın öbür iki romanı Dava ve Şato'dan belirgin ölçüde ayrılır. Amerika'daki labirent görünümlü merdiven ve koridorlar, yazarın sonraki romanlarının temel atmosferinin ipuçları sayılır. Yapıtlarıyla bütün bir çağdaş edebiyatı etkileyen Kafka'nın bu romanını Ayça Sabuncuoğlu'nun yeni çevirisiyle sunuyortuz.(Kitabın arka kapağından)

Etiketler:

Yeni Kitaplarım Geldi...1

Çayname/Okakura Kakuzo
...Carpe diem-günü gün etme'nin, ucuz çıkarcılığın, basit kafa'nın, düşünme'nin geçer akçe olduğu bugün'ün yaşamında, ruhumuzu serinletecek bir damla su...Dr Kriton Dinçmen(Kitabın arka kapağından)


İmkânsızın Şarkısı/Haruki Murakami
"Odasında, yatağının üstünde kucaklaştık. Onun uyku tulumunun içinde, yağmuru dinlerken öpüştük, sonra şundan bundan konuştuk, her şeyden, dünyanın oluşumundan tut da, rafadan yumurtanın nasıl pişirileceğine değin."

68'in Esintilerini taşıyan üniversite hayatı ile müziğin muhteşem bir harmanı. Sonsuz bir sevecenlik ve şiirsellik, yoğun bir erotizm. İmkânsızın Şarkısı, genç bir adamın güçlüklere birlikte göğüs germe umuduyla ilk aşkına geri dönüşünün olağanüstü hikâyesi. Ölüm acısıyla, delilikle ve aşkla ilk karşı karşıya kalış, saf aşkı arayıştan vazgeçmeden bilinçli bir özgürlüğe kavuşmanın büyüleyici anlatısı. Salinger ve Fritzgerald etkisi taşıyan romanda, Murakami'nin yaşamöyküsünden yansımalar da var.

Etkili...farklı bir edebî tutum.
Times Literary Supplement

Ne yaptığını bilen, riske giren, dünya çapında bir yazar.
Washington Post Book World

F. Scott Fritzgerald'ın çağdaş karşılığı. Canlı, etkileyici, kusursuz ve sağlam bir kitap.
Kirkus
(Kitabın arka kapağından)

Zemberekkuşu'nun Güncesi/Haruki Murakami
Oyuncular :
Toru Okada: Başkahraman. İşsiz, günlerini ev işleri yaparak geçiriyor. Susuz bir kuyunun dibine indiği gün hayatı değişiyor.
Kumiko Okada: Toru Okada'nın karısı, gazeteci. Ortadan kayboluyor.
Maya Kasahara: Toru Okada'ya arkadaşlık eden yeniyetme kız.
Malta Kano: Bedensel zerrecikler takıntısı olan, kırmızı şapkalı medyum.
Girit kano: Malto kano'nun kız kardeşi ve yardımcısı. Geçmişi, fiziksel acılar ve intihar girişimleriyle dolu.
Noboru Vataya: Kumiko'nun ağabeyi, Toru Okada'nın dülmanı, kötü politikacı.
Teğmen Mamiya: İkinci Dünya Savaşı'nda, sayısız acılar yaşamış, toplama kamplarında kalmış ama bir türlü ölmemiş, yaşamaya mahkûm yaşlı adam.
Muskat Akasaka: Toru Okada'yı himaye eden gizemli kadın.
Tarçın Akasaka: Muskat Akasa'nın, mükemmel fakat hiç konuşmayan oğlu.
Yardımcı oyuncular:
Zemberekkuşu: her gün ötüşüyle dünyanın zembereğini kuruyor, ancak görevini bir gün ihmal edince işler karışıyor.
Noboru Vataya: kaybolmasıyla Okada ailesinin hayatının değişmesine neden olan kedi. Naıdiğer, Uskumru.
(Kitabın arka kapağından)

Etiketler:

I am a
Petunia

What Flower
Are You?